22.2.12

Yorgunum: Merak etmiyorum


Yorgunum…
 Evet, ilginçtir son zamanlarda kendimde fark ettiğim ve fark edince de iyice kendini hissettiren bir ruh hali bu. Ruh hali diyorum zira bedenden önce hisleriyle, duygularıyla yaşar insan. Fatura ise bedenimize biçilir ve hiçbir şeye takati yetmeyen bedenler olarak dolaşır dururuz hayatın içinde. Ve sonrasında gelen depresyon, ataklar derken kişi iyice yıpranır. 
Yorgunluk salt bedensel olarak oluşan bir sonuç değil aslında. Yani çok yürüdünüz, ev temizlerken fazla güç saffettiniz, fazla konuştunuz, fazla mesai yaptınız… Örnekler uzatılabilir, ama bu örnekler sadece bedensel yorgunluk olarak kalır ve ruh halimize pek dokunmazlar. Benim bahsettiğim ruhsal yorgunluk yani merak etmeyen insan hastalığı.
Merak yeteneğini kaybettikten sonra başlayan ve bedensel olarak halsizlik, isteksizlik, ya da “içe kapanma”, coşku ya da ilgi kaybı, enerji ve girişkenliğin azalması, uyuşukluk, bitkinlik gibi sözcüklerle anlatılır bu durum. Ve aslında bir hastalığın da belirtisi olan bu ipuçları kişiyle kendi arasına kapanması zor bir uçurum bırakır.
Merak yeteneği biz insanlara verilmiş en önemli ve sır dolu bir his. Bu duygumuzla sabaha cıvıl cıvıl başlayabilir, küçük şeylerden mutlu olabilir ve ayrıntı denilen ince sırrı kavrayabiliriz.
Herbirimizin fıtratına yerleştirilmiş, ama zamanla kaybettiğimiz bir histen bahsediyorum. Alışkanlıklarımızın artması, ilgilendiklerimizin çoğalması, bakıp görmemeye başlamamız, sıradanlaştırdıklarımız ve hep aynı sandığımız şeyler zamanla bu hissimizi köreltti. Bu sebeple artık sabaha çok büyük bir heyecanla başlamıyor. Ekmeğe son defa dokunabilirim hissiyle dokunmuyor ve bir zeytin dilimizin üzerinde ahenkle dans etmiyor. Bunları yazarken “Bu kadar işin, gücün arasında zeytinin ahengi eksikti” diye geçebilir aklınızdan. Oysa küçük şeyler hayatın kavşağına insanı bağlayan tali yollardır.
*
Merak yeteneğinin ne kadar önemli olduğunu ve yaşamakla arasında ince bir sır olduğunu fark edişimin tarihçesi kısa aslında. Hayatla arama uzun bir mesafe koymuşken ve “Artık tad vermiyor bana güldüğüm şeyler” derken, Rabbim küçücük bir ayrıntıyı anlamamı nasip etti. Çok şey bildiğini sanan ben, çocuktan terbiye olunması gerektiği hakikatini göz ardı ettiğimi görünce, afalladım.
Evet, evimde aziz bir misafir var. Ve her gün beni biri gözetliyor. Yaptığım her hareketi ve davranışı kopyalıyor. Öyle ki olaylar karşısında verdiğim tepkileri bile kopyalayıp bana sunuyor. Ve ben hâlâ “Ben yaşamaktan zevk alamıyorum.” deme özgürlüğüne sahip olduğumu sanıyorum.
Hayat serüveni çok kısa, ama mutlulukları kocaman. Sabah gözlerini açar açmaz “Saadet acıktım.” dediğinde, “Bu kadar yıl yaşadım ismimi bu kadar heyecan ve sevgiyle kimse söylemedi” demekten alamıyorum kendimi. Yanıma gelip perdeyi aralayıp “Saadet kalk. Bak güneş çıkmış, sonra sabah olmuş.” diyerek, zorla pencereden bakmamı sağlayan bu minik misafirim, bana hayatın ertelenemeyecek kadar güzel olduğunu fark ettirdi.
İki yaşındaki kızım güne bu kadar neşeli başlarken, ben gözlerimi açamıyordum. Fark ettim ki biz aynı pencereden bakamıyoruz. Her sabaha aynı heyecanla başlayan ve aynı hareketle güneşi selâmlayan bu küçük insan, bana yeniden fark etmenin lezzetini yaşatıyor. Ekmeğin, çayın ve şekerin rengini soruyor. Sonra zeytinin acılığının yüzde bıraktığı o kekremsi tadı görüyorum. Krem peynirin ne kadar lezzetli olduğunu. Yediği peynire uzatıyorum kaşığımı, bir değişiklik yok her şey aynı. Ama bu küçük insan yerken ağzını o kadar güzel şapırdatıyor ki canım çekiyor. Ve tad alma duygusunun muhteşemliğini fark ediyorum.
Velhasıl yol arkadaşım bana bir hakikati daha fark ettirdi. Uzun zamandır şikâyet ettiğim yorgunluğum, merak etmeyişimden kaynaklanıyormuş. Şimdilerde keşfettiklerimiz arttıkça, yerlerde yuvarlanıp, oyuncak bebeklere ninni söyleyince “Yaşamak ne kadar ucuz. Hava gibi su gibi. Ama onlar kadar alışılmış. Bu sebepten çok pahalı“ demekten alamıyorum kendimi.
Saadet Bayri

Hiç yorum yok: