21.2.12

Usul usludur


Yeni araladığım perdemin camına vuran yağmur damlaları, “usul”ca yaşamadığım hayatı ne kadar da hızlı yaşadığımı hissettirdi. “Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın/ Bir âlem-i hayâle dalan âb uyanmasın” mısralarının hafif kekremsi tadı konuyor, kalbimin dudaklarına. Öyle ya, “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” demiyor muydu şâir? “Usul”ca, tahtaların gıcırtısını duya duya… Sükûn ve sükûtun derinliğini yudumlaya yudumlaya çıkmalıydım hayat basamaklarını. Düşürdükçe hızımı, ibresi değişecekti farkındalığımın ve dümtek âhengiyle ses verecekti dilime yüreğimin sesi.
 Yavaşlamak için önce koşuyor olduğumu fark etmeliyim o hâlde. Çünkü fark etmenin bir adım sonrası dikkat etmek. Yüzümü çevirirken âleme, bakmakla görmenin farkını fark ettikçe, lezzetlenecek bakışıma değen renk cümbüşü.
***
Takıp aklıma hayal kanatlarını, gözlerimi kapıyorum sahil kenarında ayaklarım değerken suya. Hışırtıyla şırıltının birbirini tamamlayan sesini dinliyorum. Bir ân-ı dâim kadar çok tekrarı var ki şu ânın, hiç yaşanmamış bir ânına şahitlik ediyorum sanki zamanın.
Hayatımın, koca bir andan ibaret olduğunu hissettikçe ve burnumu okşarken arka siteden gelen hanımelinin kokusu, kelebeği kovalayıp yorulan kediciğe gülerken görüyorum aklımı.
Ruhumun aynasına yansıyan resimler… Ve çok sevdiğim bir yakınımı görmüş kadar mutlu olurken, ruhuma dokunuyorum “usul usul”. Etrafımda gelişen  şevk içindeki faaliyet ve hareketin varlığıma ne kadar ve nasıl anlam kattığını görüyorum. Birine veyahut bir şeye zaman ayırmak, onu sevdiğimi hâlimle hissettirmek hazların en nazlısı…
***
“Akşama ne yemek yapsam?” diye düşünüyorum yürürken. Bir sesle irkiliyorum. Kaldırım taşlarını sayan birkaç çocuk yavaşlatıyor adımlarımı. Ve her gün geçtiğim kaldırım taşlarındaki desenler yerleşiyor gözbebeğime. “Bu desenler ne zamandan beri var?” diye komik bir soru düşüyor dilime. Gülümsüyorum… Tebessüm edecek hâlde olmadığımı sanırken hem de.
Sonra yemek yapıyorum, aklım gördüğüm kaldırım taşlarının desenlerine kaymadan. Baharatın kokusunu duyup, tuzun beyaz ve saf hâlini izliyorum. Soğanı yağın içinde âhenkle dans ederken yakalıyorum. Ve sebzelerin birbirine yakışan renklerinin fotoğrafını çekiyor yine gözbebeklerim. Nihayetinde hayatın “anların birleşiminden doğan uzun bir şimdi” olduğunu, yaşayarak tecrübe ediyorum.
***
Ömrüme sığıştırmak için uğraştıklarımın listesini yapıyorum. Yazmaktan yorulurken, nasıl yaşadığımı sorguluyorum. Dışımla uğraşırken, içimin caddelerinin ölü anlarla dolu olduğunu fark etmek, ürkütüyor gönlümü.
Yetişememenin verdiği kaygı ile hızlanıp ölüme ne çok yaşanmamış “şimdi” bağışlamışım cömertçe. Ömrümün ortasında fark ediyorum.
Kâinattaki her parça birbiriyle ilişkili iken ve benden başka bütün yaratılmış sakince hareket ediyorken… Her şeyin âhenkle aktığı bir hayatta, mevsimler bile sırayı bozmadan ilerlerken, utanıyorum usulca yaşayamadığım duygularımdan.
İhtiyaçlarımı daha çabuk gidermek için hızlanırken, sabırsızlık ve tahammülsüzlük girdabına hapsolmuşum.
Boşuna, “Hatırlamak isteyen kişinin adımlarını yavaşlattığını, unutmak isteyen kişinin ise hızlandırdığını” dile getirmemiş Milan Kundera, “Yavaşlık” kitabında.
Attığım her adım benden uzaktayken, sahip olduklarımı hatırlayıp şükrümü arttırmak için yavaşlama zamanıdır artık.
“Dünyayı bir kum taneciğinde… Ve yabanî bir çiçekte cenneti… Avucunun içine sınırsızlığı sığdır ve dahi bir tek ânın içine sonsuzluğu” diyen şâir misali, yaşarken mutlu olmanın sırrını çok ince çizgilerle çizme zamanı değil mi?
Saadet Bayri

Hiç yorum yok: