22.2.12

Depremden beri, depremden öte


Acı… Kocaman bir acı… Çok büyük bir acı… Dehşet bir acı… Acıya dair hiçbir cümle Van’da yaşanan depremin bıraktığı acının büyüklüğünü ve şiddetini tanımlayamaz. Biliyorum, ama bilmek hissetmek için yetmiyor, tıpkı yaşamaya yetmediği gibi.

“Acınızı paylaşıyorum” cümlesi bana kuru ve öylesine söylenmiş bir söz olarak geliyor. İçi dolmayınca da his eksik kalıyor. Oysa telefonda “Van’da olanları duydun mu?” cümlesinden sonra hıçkırıklara boğulan ses, şefkatin ve merhametin gücünü hissettirmişti. Ne olduğunu tam anlamasam da salıvermiştim gözyaşlarımı.
(Merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez, acımayana acımaz.) [Buhari] hadisi dilimden yüreğime dökülmüştü.
Sosyal paylaşım sitelerinde insanlar birbirini yerken, aklıma takılıyor bu gençlik, bu necib millet ne zaman bu kadar zalim oldu? Ve ne hikmetse hiç haberimiz olmadı. Irkçılık sadece bir bölgeyle hatırlatılmaya çalışılsa da, her birimizi içten içe esir almış durumda. Bir yazarın şu cümlesi ne kadar manidar. “Bu deprem, sadece yerin içini dışarı çıkarmıyor, insanları da iç/dış ediyor. İçimizde ne varsa dışa vuruyoruz her depremde.”
Ellerim(iz) duâda… Rabbim bizi ve Van’da şehit olanların günahlarını affetsin. Kalanlara sabır ve elindekilerin kıymetini bilmeyi nasip etsin.
Kıymet bilmek ne zordur. Ama dilimize de en çok düşen cümledir.
Âşık olduğumuz kişinin uğruna ölürüz meselâ. Yapamayacağımız şey yoktur evlâdımız için. Canımızı isteseler veririz annemiz için. Vatan için ölürüz, üstelik her gün. Ama biz çok büyük şeyler için fedakârlık yaparız.
Oysa sinirimizin tavan yaptığı o anda yavrumuza tebessüm edip, susmaktı kıymet bilmek. Annemize her ne olursa olsun “Öf” bile dememekti kıymet bilmek. Ayakkabılarını boyamaktı belki de sevmek. Ve vatan için ölmek ise Merter’de bir taksicinin sessizce ceketini çıkartıp, Van’daki depremzedeler için hazırlanan yardım kolisinin içine koymasıydı.
Hani bir kimse, Peygamber Efendimizin (asm), torunları Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin’i öptüğünü görünce (Benim on tane çocuğum var. Hiç birini öpmedim) demişti. Peygamber Efendimiz (asm), (Merhametli olmayan merhamet göremez) buyurmuştu. (Buhari)
Acaba en büyük fedakârlığımız merhametimiz miydi? Ve merhameti kaybettiğimiz için mi bu kadar şiddet ve bu kadar hüzün üçüncü sayfalardan evlerimize servis ediliyordu. Merhametimizi kaybettiğimiz için mi artık kadınların, genç kızların hunharca öldürülüşü manşetten veriliyordu.
Kimbilir…
Merhametle beraber şükretmeyi de unuttuk biz.
Dört aylık çocuğum ve eşim göçük altında diye ağlıyordu adam.
Düşündüm bu adam ağlarken “Bugün eşime onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyemedim” diye de ağlıyor mudur? Ya da bugün evden çıkarken, sevdiğinin yüzünü ilk defa görür gibi bakmadığı için de ağlar mı? Bebeği gece ağladığında sinirlenmiş miydi? “Bir türlü uyuyamıyorum” diye söylenmiş miydi? Şükredebilmiş miydi dört aydır her gün de.
Cevapları insanın içini sızlatan ve hâlâ yanımızda olan sevdiklerimizin kıymetini bilmemize vesile olacak türden.
Ne acı ki hiç kimse ve hiçbir şey baki değil.
İki gün öncesine kadar zengin olan kişiler şimdi fakir. Bayramda kızıma elbise alamıyorum diye üzülenler, şimdi yaşıyor olduğuna şükrediyor. “Bu ayakkabıyla bu bayram nasıl geçer” diye içten içe eriyenler şimdi bir kuru ekmeği bulunca sevinçten ağlıyor.
Meğer şükür ne az değermiş dilimize. Bir deprem, bir felâket: yaşıyor olmanın ne büyük bir nimet olduğunu, bir kez daha hissettiriyor.
Ne mutlu hissedene…
Saadet Bayri

Hiç yorum yok: