31.5.08

Eskiler

arama gidişinin dönüşünde, bıraktıklarını
hatırla
bir daha bulamazsın eskiyi eski yerinde.
ya yaşamı, ertele.
yada yaşarken kıymet bil ki;
ararken pişmanlık gezinmesin gözlerinde
saadet bayri

28.5.08

Aramızda yıllar var cancağızım

Dinle cancağızım!
Sanma sana ve yaşına uzak bir yerlerdeyim. Her ne kadar “Anladım” derken bile anlamadığımı haykırsam da, inan yakınlaştırmaya çalışıyorum zamanı, tarihi ve aradaki yılları.
Yani hissetmeye çalışıyorum; seni ve yaşını.
Şimdilerde ne diyorlar ona, hatırladım “empati” yapıyorum. Ve bu şekilde ne kadar anlaşılırsan, inan en az o kadar anlıyorum.
“Senin zamanında...” diye başlayan sözlere çok kızmıştım, senin yaşındayken. Bak ben de yapıyorum aynı hatayı. Arada “Senin yaşında biz böyle miydik? Ya da böyle yaptık” diyerek seni, benzetmeye çalışıyorum hiç tanımadığın birine. Benim görmeyi çok istediğim hayalimdeki kişiye.
İnsan tahta sıralara bakıp, tebeşir kokularını soluyup, soluksuz uykuları, sabahsız geceleri özlerken. Hayatı tıpkı o tebeşir gibi beyaz, pembe ya da mavi görüyor.
Hiç siyah görmüyor değil mi?
Görse de kendine yakıştırmıyor.
“Bana uymaz, bu renk tarzım değil” diyerek, görmeden geçip gidiyor. Ama o renk hayatımızın içine karışıyor ve bir gün mutlaka kendini beyazın ya da pembenin içine karışarak gösteriyor. Bir daha ayırmak imkânsızlaşıyor; en sevdiğimiz renklerin içinden, hiç sevmediğimiz bu rengi.
Ama unutuyoruz cancağızım; sıralardan kurtulmadan hayat peçesini aralamıyor. Elbet çok daha erken hayatla yüz göz olanlar var. Ancak bu genele girmez bilirsin.
Tıpkı masallardaki padişahın kızı gibi hayat.
Hani kralın kızı geçince şehir meydanından, bütün halk başını yere eğmek zorunda kalırdı.
Hasbelkader aramızdan biri çıkıp, başını kaldırıyor ve kralın kızı peçesini hafif aralayıp, ona tebessüm ediyor. Ve o genç bir ömür bu tebessümün aşığı olup, unutamıyor.
Belki kralın kızı çok çirkindi. Belki bir ayağı sakattı. Hatta daha ileri belki çok huysuz, çok cimri, çok konuşan biriydi. Ve kim bilir daha ne kadar belkileri vardı. Ama peçenin ardından o tebessüm gören gence saatlerce anlatsan bunu, asla kabul etmez, sevdasından vazgeçmezdi.
Bizler de böyleyiz aslında.
Hayatı her haliyle yaşayan biri, bize ne kadar nasihat ederse etsin yaşadıklarımız kadar tesirli olmuyor söyledikleri. Mutlaka görmek, yaşamak ve tatmak istiyoruz heyecan ve merakla her şeyi.
Her neyse cancağızım.
Sana nasihat etmekten vazgeçip diyorum ki;
“Yaşanılmış bir hayatı yeniden yaşamak pek akıl kârı olmasa gerek. Tecrübeye dönmüş yaşanmışlıkları—ben de yapayım—diye yeniden yaşamaya kalkma. Başkalarının yanlışlarını, bir daha tekrarlamamak için ders al.
Akıllı insan başkalarının tecrübesini hayatına katar, aynı hatayı tekrar yapmaz. Tecrübeleri kendine has olur.
Çok sıkılınca rüzgârı hatırla cancağızım.
Bir anda gelir ve geçer. O giderken tozu dumana katar, sen kendi derdine düşersin o an. Rüzgâr dinince de, geride kalan yıkıntılar acıtır canını. Sen gençlik rüzgârıyla savrulurken hayatın içinde, kendini kolla ve lütfen takılma o rüzgârın peşine.
Rüzgâr dinip, güneş açtığında, gördüklerin canını acıtabilir.
Sen şimdi esen rüzgârlarını poyraza çevirmeye bak.
Sen…
Neyse sen en iyisi, yine sen olarak kalmaya çalış. Kirlenmeden, saf ve temiz olarak. Hayattan ve bu dünya gençlerinden ümidini kesenlere inat.
Tek başına ve elinde kimseye emanet edemediğin ve O’nun muhabbetinden başka hiçbir şeyi sığdıramadığın yüreğinle yap bu mücadeleni.
Saadet Bayri

24.5.08

Sukutun Kapısında

Sukutun kapısındayım bugünlerde.
O kadar çok şey var ki içimde birikip, dilime kadar gelen. Ama hiç birini anlatamıyorum. Bir kargaşa ruhumda. Hafızamın çeperlerine kadar gelen kaçaklar var. "Söylenmemesi gerekenler" mahzenine sakladığım kelimeler, kopartıp zincirlerini gelmişler sınırıma.
Sınanmaktayım biliyorum.
Bu başka bir hiddet.
Konuşursam hiçbir şey kararında kalmayacak bu defa, taşlar galeyana gelip, harekete geçecek.
Sabır tavsiye ediyorum, hiç tanımadığım yanıma. "Sabır kalmadı" diyor, ayrık bir ses. Hatırlıyorum: sabır sabrın bittiği yerde başlar.
Sabrın kullanılması gereken an, bu an. Biliyorum.
Sukutun kapısına gidip gelen elimi tutup, kapıyı çalıyorum. Kapının açılmasını beklerken: kapıdan dönen nicelerinin kervanına katılmak için aldığım bileti, yırtıyorum.
Saadet BAYRİ

17.5.08

Ecel gelince

Bir ihbar yapılmış, dün gece sabaha karşı. Daha gün tam ışımadan, şehir uykudan uyanmadan. Birinin eşkali verilmiş, tam olarak bilinmese de hayal meyal görülmüş.
Arayanın sesi titrediğinden, ne dediği tam olarak anlaşılmamış. Nefes nefese imiş, duyulmasın diye de çok kısıkmış sesi. Anladıkları kadarıyla almışlar adresi, bilmem kaçıncı tekrardan sonra çözmüşler bu bilmeceyi. "O geldi sonunda. Yetişin kurtarın beni" diyormuş her kelimenin ardında.
Bu sabah ezanla birlikte bir de sela verildi.
Anlayamadık, bu kadar acil kim terketti bu şehri. Acısı kulaklarımıza, değdi.
Selayı dinlerken, karşı apartmanın önünde ki sesler artınca kalkıp, araladım pencereyi. Ölmüş karşı komşumuz sabaha karşı ansızın.
Hem de telefon başında. Şaştım o saatte kimi aramış ki?
Polisler konuşurken, duydum.
Bir not bulmuşlar ellerinin arasındaki kâğıtta.
"Ecel kapını çaldığı zaman, evi telaşa verme. O geldiği zaman sen gitmiş olacaksın."
saadet bayri

16.5.08

Acımı avutacağım

Bir geceyi daha sağ salim atlattık can.
Ağır yaralı halime, kendimden bihaber düşmüş yanıma infaz verilmedi bu sefer de.
Beklemedeyim.
Yalınayak gelmişim geçmişimden, koşarak, ardıma bakmadan geldiğimden, kapıyı açınca şaşırma.
Biliyorum ayaklarım toz toprak ve kanlı.
Kirlenmez hiçbir yerin, sen ver terlikleri.
Sarmaya çalışanlar oldu elbet yaralarımı. Ama nafile bütün sargılar, ben seni görmüşüm bekleyemem yapılan müdahaleyi.
Ellerimde bir demet kır çiçeği vardı. Geçtiğim yerlerden toplamıştım, kokusu hâlâ üzerindeydi. Ancak gelirken, “Onu gördüm” diyen dillere dağıttım, elim boş üzgünüm.
Ama sakın üzülme.
Bütün papatyalara tohumken seni anlattım, bu kadar gür açmaları yüzün hatırına.
“Neden uzaklarda bakışların” diye kızıp, küsme.
Kendimi bulutlarla eş gördüğümden beri, gözüm yükseklerden inmedi yeryüzüne. Kendimi sallanırken hayal ediyorum, bulutlardan yaptığım salıncaklarda. Kahkahalarım gök kubbeyi inletiyor. Resimlerde çizilen güneşin tebessümü bu anlardan kalma.
***
Acıların şehrinden geliyorum diye, bakan bir daha bakıyor bana.
Oysa kimse kendine bakmayı akıl edemiyor. Benim tek farkım; ellerime batan dikenleri toplayıp saçlarıma toka yapmışım.
Bu kadar hayret bu iğneler sebebine.
Dilimde bestelenmemiş bir şarkı, hasretten derlemiştim hâlâ aynı ritimde. Burnumda papatyalardan kalma bir renk, kıyamamışım koparmaya.
Muhabbet kuşum bugünlerde biraz yorgun, avuçlarımla içirdiğim gözyaşı suyu tükendi. Şakımıyor ne zamandır penceremde.
Yaşlı ninelere yardım ediyorum arada, dillerinde bir duâ “Sevda başından eksik olmasın” tuttu baksana duâları, her günüm senin adına.
Şimdi yola çıkıyorum, bavulum hazır. Her tarafta bir koşuşturma yaz gelmiş öyle diyorlar. Ama ben pek farkında değilim, mevsim nerede kalmış? Ne zaman geçmişti?
Şimdi bu kadar yorgunluk ve telâş sana varmak için. Çünkü gözlerinde acımı avutmaya geliyorum.
Az bekle!
Azrail’e görünmemeye çalışıyorum. Ölüm her an başımda, bunu unutmamak için uğraşıyorum.
saadet bayri

14.5.08

Bir özel gün daha geçti

Bir Anneler Gününü daha geride bırakmış durumdayız. Her özel günü kendine lâyık şekilde anıp, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi hayatımızı yaşamaya çalıştığımızdan olsa gerek. Özel günler bize pek de sıkıcı gelmez.
Annesiyle arası bozulan bayanın, “Anneler Gününe az kaldı. O gün bir hediye alır, alırım gönlünü” derkenki umarsızlığı, kolundan tutup “Ya o güne kadar yaşayamazsa” demek için yolundan çeviriyor beni.
Ancak yüzüne bakınca, alacağım cevaptan ötürü çekinip, tekrar yoluna devam ederkenki canımın acısı ise ayrı bir yazı konusu.
Hayatımızda en çok kıymet bilmemiz gereken kişiler onlar iken; en çok hırpaladığımız, en çok incittiğimiz, en çok üzdüğümüz kişiler ise yine onlar.
Başkalarına gösterdiğimiz inceliği, kibarlığı, hassasiyeti en yakınlarımızdan neden esirgeriz? Bir türlü cevabını bulamadığım ve sürekli kendime sorduğum bir soru bu. Ancak bırakın cevaplamayı anlamakta bile zorlanıyorum.
“Anneme yaptıklarımın onda birini bir dostuma yapsam, şimdi beni terk etmişti” cümleleriyle yapılan bir itiraf bu konuyu biraz daha açıklığa kavuşturuyor.
Sanırım bize karşılıksız verdikleri şefkatten ötürü, emin olduğumuz bu sevgiden dolayı, incitip, kırmaktan, uzak durup, hatırlamamaktan çekinmiyoruz.
Annelerimizin sevgisinden ötürü hiç korkuya kapılmamışız. “Bu sevgiyi kaybedebilirim.” türünden bir endişemiz olmamış. Bu hoyratlığımız, başımızdaki kavak yelleri bundan olsa gerek.
Yoksa, “Geri döndüğümüzde bir daha affedilmeyeceğiz, bin defa yalvarsak da geri döndüremeyiz. Günlerce aramasam, bir daha telefonumuza cevap vermeyecek” türünden korkularımız olsaydı; eminim tavrımız, davranışımız ve halimiz o kadar farklı olurdu ki biz bile şaşar kalırdık.
Neden her şeyde olduğu gibi bu sevgiyi de kaybedince, ellerimizden yitip gidince kıymetini anlıyoruz?
Ve neden her şey kaybedilince kıymeti olur? Ardından gözyaşı dökülüp, defalarca duâlarda istenir. Geri dönüşü olmayan kaybedişlerin yaşama ihtimali “an” kadar yakınken, neden bu kadar rahat yaşar ve sonra kendimizi paralarız? Soruldukça içimizi parçalayan, buna benzer birçok soru gelip gider sessizce hayatımızdan.
Kendimize bu kadar zulmü, kendi ellerimizle yapmak akıl kârımı?
Annesinin mezarının başında “Anam kıymetini bilemedim. Anam hastalığına gelemedim. Anam aradın ama cevap veremedim. Anam affet beni” diye kendini paralayan, yıllarca içindeki pişmanlığı atamayan, küçük bir tınıda dahi gözleri nemlenen evlâda içimden acımak gelmiyor.
Gözleri kapılarda kalan, sürekli acaba “Kızım mı geldi?” diyerek gözleri o yöne dönen yaşlı annenin bu evlâdına kim acır ki?
Zira hepimizin bildiği tek hakikat. Her an gözümüzün önünde ki vefiyatlar haber verirken daha neyi bekliyoruz ki kıymet bilmek için.
***
Annesinden ayrılana kadar çokta kıymet bilmemiş ben. Şimdilerde sesini duymadan bir tek gün geçiremeyen yine ben. Her gün yanımda, gözlerimin önünde iken bu anların ne kadar kıymetli olduğunu fark edemeyen ben. Annemle aynı dünyada yaşamama ihtimalini, hayaline bile getiremeyen yine ben. Ömründen ömür istense, hiç düşünmeden verecek olan ben. Ama onu üzen yine ben.
Ancak ahir zamanda, menfaatsiz işlerin olmadığı, kimsenin kimseyi bir karşılık beklemeden sevmediği bu dünyada. Hiç düşünmeden canını verecek, ikinci bir kişinin olmadığı bir zamanda annemi bana lütfettiği için. Hâlâ onunla aynı zamanda yaşadığım için "Sen sevdiğim ilk kadınsın” dememe fırsat verdiği için Rabbime ne kadar şükretsem azdır.
Annem; senin kızın olduğum için, nefesim adedince, ömrümün saniyeleri kadar şükretsem yine az.
Annem; üç yüz altmış beş günlük Anneler Günün mübarek olsun.
saadet bayri

10.5.08

Önemli değil


Söyle bana

Söyle bana, ey uğruna geceleri müebbete çevirdiğim. Gülüşünle dağıttığın mavi boncuğu hangi elde unuttun da, bunca zaman bir bakışa hasret bıraktın beni.
Söyle bana, ey uğruna kışlara hüküm giydiğim. Sen hangi mevsimde kaldında, yaza ermek üzereyken yağmadın hala çöllerime. Ekilen bütün tohumların boynunu semaya bakarak kırdın.
Söyle bana, Leyla'ya nazı öğreten. Bu kadar hoyrat gezerken, kimin şehrinde kapılarda kaldın da, gözüm pencerelerden bir kez bile ayrılmadan, bekliyorum hala şu şehirden geçmeni.
Söyle bana, bütün anlarıma sözü geçen. Canıma kast etmiş bekleyen zamana ne zaman emir vereceksin ve bitirtip bu zulmü beni azad edeceksin.
saadet bayri

4.5.08

Bekliyorum Hala

Nefretin kıyısında oturuyorum, arada ayaklarımı değirip çıkarıyorum sularına. Buz kesmiştim sessizlikten. Seni severken saniyeleri bile hesaba katmışım. O kadar çok zamanım var sanma. Özlerken bitirdiğim zamanlara ancak yetiyor saydıklarım.

Deli dolu geçen zamanların içinde sadece korkularımı biriktirdim. Sevgi yoktu yanında sakladığım, yada gölgesinde üşüttüğüm. Hepsini seni beklerken kaybetmişim. Şimdi yalnızlığım karşımda, yokluğundan demlenmiş bir çay aramızda. İçsek mi? Beklesek mi? diye bakıyoruz birbirimize hala.
saadet bayri

3.5.08

Sen bilirsin

Bilsem ki; ardından bir daha nefes alamayacak hale geleceğim. Gitmek istiyorsan eğer, sen bilirsin. Bilsem ki; başımı duvarlara vurup, sesinin yankısından başka bir şey duymaycağım. Gideceksen düşünme beni, sen bilirsin.

Gitmeye niyetlenen birini yolundan çevireceğimi sanma. Giden yola çıkarken bin kere düşünüp, vazgeçmiştir herşeyden.
Tek isteğim senden: Yollara bırak giderken, kazıyarak kazandıklarını. Gecelere as vicdanını.
Oysa ne çok isterdim bu gidişinin ardından, saymak günleri. Takvime çentik atmak gittiğin bu günü. Ancak ömrümü sayarken, vakit kalmaz bilesin seninkilerine.
Adı "sen"miş bu illetin. "Hiç ümit yok." dedi hekim.
Bana sorma gidişini, kahramanlar yalnız karar verir bilesin.

Yaslandığım siyah senden değil, yüreğimden hatıra. Sen topla tüm beyazları kendi adına.

Bilsem ki; ölüm çalacak senden sonra kapımı. Sorarsan bana derim ki; bundan sonra sen bilirsin.

saadet bayri