27.3.08

Rüzgar gibisin

Sen rüzgar gibisin sevgili... Kimi zaman hoyratça esen,
gözü hiçbirşeyi görmeden yıkan, dağıtan, taş taş üstünde bırakmayansın. Kimi zaman sakin sakin salınan,saçlarımın arasındaki bahar yelisin. Bazen hiç hissettirmeden geçip gidensin.
Ah sevglim! Sen nesin? Kimsin?
Adını meçhul bir sevgilide unutmuş, asırlardır arar gibisin. Birgün benim kapımda, yarın başka kapılardasın. Arasam seni, kaybederim kendimi. Ne gelişinin mevsimi belli.
Ne gidişinin vakti... Başını taşdan taşa vurduğundan beri, sana kızanlar acır olmuş haline...
Derler ki; bir sevdiği vardı gitmiş. Bu asiliğin adı hasretmiş. Ah sevgili kimse bilmiyor gerçeği...
Ben değil, sen bırakıp gitmiştin yıllar önce... Yine böyle serseri bir rüzgar, yıkıyordu bu şehri.
saadet bayri

26.3.08

Terk etmedi hüzün

Çıkıp kurtulmak istiyorum minibüsün penceresinden bakarken, içimden kendimden. Kuşlara özentim bundan olsa gerek. İstedikleri her yere gidebildiklerinden. Acaba diyorum kuşlar anlasalardı gittikleri yerlerdeki hüzünlerden, bir daha giderler miydi başka yerlere? Başka hüzün görmek isterler miydi? Yoksa bir an önce kaçıp kurtulmak daha doğru bir tercih olur muydu onlar içinde.
Ya da bizim batıp çıkamadığımız şeyler, yüksekten çok mânâsız ve komik mi gelirdi? Dağlar kadar görünenler, tepeden bakınca minicik mi görünürdü? Ve bu halimizi gördükçe eğlenip kahkahalarla gülerlerdi belki de.
Bilemiyorum.
İmkânım olan şeyleri yapmaktansa, imkânsız şeyleri hayal etmek daha bir hoşuma gidiyor. “Hayal kurmak iyi gelir” diyor kişisel gelişim kitapları herkese. Bir de nasıl hayal kurmamızı öneriyorlar.
Her şeye karışmaya hakları varmış gibi, buna da karışıyorlar. Aklımın programı yok ki her an düğmesine basıp, beğendiğim şeyleri düşünmesine sebep olayım.
Okuduğum kitapları anneme benzetiyorum arada. O kadar çok nasihat ediyorlar ki; sıkılıp kapıyorum kapağını.
İçimden “Kolaysa sen uygula bunları.” diyesim geliyor internet sayfalarına.
Susuyorum.
Yine de hayal kurmadan bitiremiyorum minibüste ki yolculuğumu. Ama sadece benim istediklerimi düşünüyorum.
Hayatımı kurgulamaya çalışan bütün satırların inadına.
Gülüyorum.
Hüzün bulaştığından olsa gerek gözlerime, baktığım her şeyde biraz hüzün görüyorum.
Bir çocuk biniyor şimdi minibüsün kapısından. Sırtında çantası, gözlerinde değişik bir mânâ. Yanımdaki ona tebessümle bakıyor ama ben yorulmuştur diye geçiriyorum içimden. Bütün gün sırada oturmuş, derslere zihin yormuş ve haliyle bitkin düşmüştür.
Belki de sınıfta yaşadığı bir olay, canını sıkmıştır. Yanlış cevapladığı bir soru yüzünden kızmıştır öğretmen. Yanlış cevaplamaya hakkı olduğu halde, bu hakkı kullandırtmamıştır kızarak öğretmen.
Gocuğunun şapkası başında hâlâ, çıkarmıyor içerisi sıcak olduğu halde. Belki babası öğrenci tıraşı yap dediği için babasına, çok kısalttığı için de berbere kızmıştır. Arkadaşları da alaya alınca, utanmıştır kendi hükmünün geçmediği ama onun taşımak zorunda olduğu saçlarından.
Düşünüyorum.
Kalkıp yer vermek geçiyor zihnimden. Otursun bu küçük çocukta bir koltuğa. Minibüs ilerlerken arada sallanıyor ve küçücük elleriyle tutunmakta zorlanıyor. Ya düşerse, bir yeri acır ve yalnızlığın verdiği acısı daha bir bilenirse.
Gözlerime bakıyor şimdi. Şaşkın “Neden bakıyorsun bana?” der gibi. Benim gözlerimde ki hüznü tanısın istiyorum ona bakarken. “Ben seni anlıyorum.” diyor bakışlarım. Ama o anlamıyor, gözlerimin dilinden. Bir yer boşalıp oturuyor.
Tedirgin.
Birazdan bir büyük gelip kaldıracak onu yerinden. O ise “Kalkar mısın?” demeden kalkması gerektiğini bilerek sıvışıvermiş koltuğun kenarına. Tedirginliği bundan.
***
Ben bir hüzün aşığıyım galiba. Her şeyde hüzün görüyor olmam bundan.
“Aciz olduğunu anlamaya çalışan bir fani” olduğumu anlamaya çalıştığımdan beri.
Terk etmedi beni hüzün, hiçbir yerde bunca zaman.
saadet bayri

22.3.08

İdamlık Sevgili

Bir gün, sen de vurulursun sevgili... Hem de en solundan!
Âniden ve zamansız...
Düşersin, bakışlarının kaldığı yerde...
Ve ben, yalnızlığa hüküm giydim; suçluyum...
Günlerdir bekliyorum, beni alıp götürecekleri günü. Müebbetmişim; öyle diyordu aşk savcısı...
"Karar: Müebbet!" dediğini duymuştum en son!
"Sakin ol, af çıkar" sözlerini duymamışım.
Azaltılabilirmiş hükmüm.
Bekliyorum...
Bir ömür beklemek gerekecek, biliyorum; ama gelirken ümidimi cebime saklamışım.
Kaybetmemişim onu her şeye rağmen...
Sen de vurulursun bir gün sevgili...
Beni bırakırken, gölgeni unuttuğun o yerde; ansızın...
Vurulurken sen, tutuklar seni pişmanlığın.
Müebbet ettiğin için beni, sen de sorgulanırsın elbet.
Bilesin, müebbet vermez savcı... Sana idam var sevgili...
Saadet Bayri

20.3.08

Fark edilmeyen zenginlikler

Bir forumda “Hayatımızda o kadar çok şeye sahibiz ki, bunları fark edip şükredelim” diye devam eden yazının sonunda yapılan yorum ilginç geldi.
Başka bir üye şöyle demişti: Hayat elimden o kadar çok şey aldı ki, verdiklerini göremiyorum.
Satırları okuyunca bu kişiye hak vermeye çalıştım.
Uzaktan ahkâm kesmek kolay olduğundan “Olur mu canım?” demeden düşünceler ürettim.
Kendimce senaryolar yazdım.
Ne kadarının içine oturdu hayatı bilemiyorum. Ama bu cümleyi söylemesine sebep olacak kadar acıklıydı benim senaryolarımda.
“Hayatın hep soğuk yüzüyle karşılaşmıştır.”
“Hiç ummadığı anda yaşadığı hayal kırıklıkları iyice umutsuzlaştırmıştır.”
“En sevdiğini, acı bir olayla kaybetmiştir.”
“Kimsesizdir, tutunacak dalı, teselli bulacak sıcak bir ocağı yoktur.”
Türünden binlerce trajik olay geldi, geçti zihnimden. Hatta “Bu kadar da değildir canım. Daha neler” diyeceğim kadar acıydı benim yazdıklarımda.
Ama bu kadar olayın içinde, bu cümleyi haklı olarak söyleyebileceğini bir an bulamadım.
Ve birçoğumuzda var olan, yetinememe hastalığının bu kişiye de bulaştığına karar verdim.
Bu zamanın en tehlikeli hastalıklarından biriydi hiçbir şeyle yetinemeyip, daha fazlasını isteme hali.
Ve bu halin getirdiği sonuç ta; en küçük olayda üzülüp, perişan olmak.
Devamında ise: Ufak bir hayal kırıklığı, küçük bir başarısızlık, ani gelen bir hastalık ya da terk ediliş. Bütün dünyamızı altüst etmeye yetip, acıya dair ne kadar cümle varsa üretmemize sebep oluyordu.
Ve çevremizde olan diğerlerine, “Sakin ol. Ben varım ya!” deme fırsatı dahi bırakmayan feryatlarımız.
Bu tür durumlarda, dehşet bir halde yükleniyoruz kadere ya da sebeplere.
“Ben bunu hak etmedim” türünden arabesk cümleler koşa koşa geliyor. Hayatımızın kapısında oturup, bize de pencereden bakıp gözyaşı dökmek kalıyor.
Ben bu halimizi, önünde birçok oyuncağı olduğu halde, sadece içlerinden birinin kırılması, kaybolması ya da bir başka çocuğun almasıyla bütün oyuncaklarını kırıp “illa o oyuncağı isterim” diye ağlayıp, kendini yerden yere vuran çocuğun haline benzetiyorum.
Hem kendini, hem çevresindekileri çileden çıkaran bu çocuk ne kadar şefkate, acımaya layıksa bizde olamayanlar için ya da yitirdiklerimiz için ağlarken o kadar merhameti hak ediyoruz.
Ve sahip olduğumuz onca oyuncağı görmeyip, bir oyuncak için elimizdekilerden de olup, bir hayatı boş yere harcayıp yitip gidiyoruz.
Elimizdekileri gören ve “Bak bu kadar şey var sana ait.” diyenlere de düşman kesilip, daha fazla feryat ediyoruz.
Oysa insanın her umutsuz anında, daha kötü durumda olanı düşünerek mutlu olması gerekiyordu.
“Hiçbir şeyim yok” diyenler ise, ellerindeki mucizeyi fark etmeyenlerdi. Çünkü onlarda birçok insan gibi mucizeye inanmıyorlardı.
Oysa her sabah kahvaltıya gelen birkaç çeşidi beğenmezken, sadece ekmek ve çayla kahvaltı yapan ve bu ekmeğin taze olması için dua eden çocuklar olduğunu düşünmek.
Ya da sokaklarda çöp tenekelerinde ekmek arayan kocaman dedeleri görüp, şükretmek.
Toplu taşıma araçlarından şikâyet edip bir araban olmadığı için umutsuzluğa düştüğünde, cebinde bilet parası olmadığı için her gün yürümek zorunda olanları fark etmek.
İşler iyice zorlayıp, “yeter “ denileceği anda, günlerdir iş arayan insanlarla konuşmak.
İstediği ayakkabıyı denkleştirip alamadığı için üzülürken, hiç ayakkabı giyemeyecek olan engelli birine rastlamak.
İnsanı şikâyet etmeden önce defalarca düşünmeye sevk eden mucizelerdi.
Unutulmamalı ki:
“İnsanlar basit sebeplerle mutlu, daha da basit nedenlerle mutsuz olacak şekilde yaratılmıştır. Aynen basit bir sebeple doğmaları ve daha da basit bir sebeple ölmeleri gibi”
saadet bayri

17.3.08

Sen canımsın

Sen, yaşamın içinden bakarken, titrediğim tek isimsin can. 
Sen, adını hatırladığımda inceden sızlayan bir yarasın.
Sen, diğer yarım... 
Karındaşım...
Kömür gözlüm... 
Çingenem... 
Dualarımda ki ilk söz. 
** 
Yüreğine göz değmesin can. Vurulmasın, içinde hoyrat uçan kuşlar. Kimse bakışını uzaklara kaydırıp, ellerini açtığında acıyla diline değmesin.
Ve hiç bir göz için, gözlerine damla düşmesin. 
Hüzün sende hayat bulmasın can. 
Ben kıyamam sana, tüm tedirginliğim bundan. 
Çehrene düşünce suskunluk, benim bir yerim incir. Sıkı tut yüreğini, kimse alıp düşürmesin.
** 
Seni her bakıştan korumak için, gözlerini sürmeledim. Yüreğine göz değmesin diye, doğduğun gün kapısını kilitledim. 
Anahtarını kaf dağına sakladım. İzlerimi tek tek sildim. 
Benden başkasını sevmeyeceğini bilsemde... Benim kadar kimseyi sevme diye, her gün yüreğini yokladım.
Can ben seni hiç kimseyi sevmeyeceğim kadar çok sevdim. 
22 yıldır paylaştığımız her güne bağırasım gelir; "Sen benim yüreğime kazıdığım ilk isimsin.
Bil! Hiçbir ismi bu kadar çok sevmemişim."
Saadet Bayri 
Not: Münevver Bayri'ye ithaf edilmiştir

14.3.08

sen benim hüznümsün

Hüzün davetsiz misafirim...
Ardından hiç vakit kaybetmeden gelip, yine keyfince yerleşmiş yüreğime...
Seni hatırlatan, adı mutluluk olan herşeyi kovmuş benden habersiz. Yalnızlığı seviyormuş bir tek. "Sakın bir şey söyleme" diye tehdit etti.
Sustum.
Ama o susmuyor...
Arada varlığını hissettirmek için sağnak olup yağıyor gözlerime. "sessizliği ve unutulmuşluğu" sevmezmiş öyle demişti geçenlerde.
Nereye kaçsam senin ardından kalan boşluklara düşüyor, bir yerimi feda ediyorum sana zimmetlediğim.
Bu hissettiğim hangi gecenin titrek dokunuşu.
Oysa yine senin ellerin yada senin sözlerin olmalıydı saran yaralarımı...
Yada armağan ettiğin bir şarkıyı duymalıydım hayatın fonunda.
Yani alçıya alınmış bütün duygularımı, yine senden gelen bir kırıntı sarsındı arzum...
Olmadı.
Ben sanmıştım ki, sensiz hüzünlerle sarmaş dolaş olur, yoldaşlık yaparım.
Sen: "hüzün yalnızlığı sever. seni yaren kabul etmez" demiştin..
Biliyor musun? Bu defa sen haklı çıktın.
Odamın en kuytusunda ayın şavkı aydınlatırken çehremi, hüzün yoldaşlık etti de ben yoldaş olamadım
Üzgünüm.
Şimdilerde aklımda bir tek soru var; cevabını bir ömür arayacağım.
Sahi sen biliyorsan söyler misin?
İnsan ne zaman unutuyor gideni?
Ömründen bin ömür gidip, keşkeler "neyse" ye döndüğü zaman mı?
saadet bayri

9.3.08

Hükümsüzüm

Nasıl bir şey olduğunu sorma?Bende bilmiyorum. İlk yürek ağrımdın sen benim. Tek vurgunumdun yaşamda. Gözlerinde tek kurşunla vurdun ve gittin. Şimdi ne haldeyim sorma? Bilsem bu halde olmazdım. İçime ağır gelen tek isimsin. Çıkarıp atsam, asılır kalırım yokluğuna. Ölümüm yine sensizlikten olur. Sen, sabahlara kadar beklediğim bir ayak tıkırtısısın. Geceleri saniye saniye saydığım hecelerimsin. Ben artık her saate "sen" diye başlıyorum
Ve geçen her dakikaya adının baş harfini bırakıyorum. Saatler sana işliyor, bilesin. Yağmurlar yağarken, her damlaya sevgimi yükledim. Camların buğusuna adını yazıyorum Çocuklar gibi koşuyorum; seni gördüğüm sokaklarda
Nemi oluyor?
Ben de bilmiyorum ne olduğunu. Ne zamandır izimi arıyorum. Firar etmişim kendimden
Hükümsüzüm..
saadet bayri

2.3.08

Seni gözlerimden sildim

Seni gözlerimden siliyorum.
"silemezsin" demiştin. Evet yüreğimde hala duruyorsun; ilk geldiğin gibi. Ama sadece yürekten ibaret değildir ya insan... Baktığım her yerde seni görmekten vazgeçtim.
Seni gözlerimden sildim.
"unutamazsın" demiştin giderken...
Başında ne kadar gençlik rüzgarı esen kelime varsa, o gün kullanıp ta gitmiştin. Ardından bakarken, saatlerce savaşmıştım yaşlarımla. Onlar inatla akmak istemişti, ben inatla tutmuştum. Ve sonunda ben kazandım.
Seni gözlerimden sildim.
Geceler ellerinde bir isimle yokladı her gelişlerinde... Rüzgarlara kokunu sürmüşsün, pencereme inadına çarptılar. Açmadım. Sıkı sıkı kapadım mandalını...
Seceleri görmedim yüzünü....

Çünkü seni gözlerimden sildim.
Ellerinde idamımı tutan fermanlarla geldi şarkılar, Her seferinde bin bahaneyle kurtuldum ellerinden. Gezdiğim sokakları yüzsüz hayaletler kesti. Korkudan içim ürperdi, tiredim, bin parçaya bölündü içim. Hiçbir suret veremedim bakışlarına... Yokluğun tutmuştu her köşe başını, Ben döndükçe yakalandım. Ama sevgili her şeye rağmen... Artık gözlerimde bir boşluksun.
Bil!
Ben seni gözlerimden sildim.
saadet bayri

elif gibi




Bilmelisin

Her otobüs kalktığında üzülürdüm,
Gidenlerin tek başına gitmediklerini bilirdim.
Merak ederdim, sırtlarına aldıkları hayat torbalarında ne var diye,
Durdurup tüm yolcuları bakmak isterdim.
Güz mevsimi gelince, göçen kuşlarda canımı acıtırdı
Sanırdım ki evini bırakmak onlara da çok zor gelirdi.
Onlar gider ben kalırdım.
Her gidişlerine bin gözyaşı ekler, pencerelerden el sallardım.
Tek kuşlara el sallardım ben,
Görmezdi onlar ama ben bilirdim; birini uğurlamak zor gelirdi hep.
Şimdilerde ayrılığın, yolların, gitmenin ne olduğunu biliyorum.
Yüreğime göç edip geldiğinden beri, korkularımın adı değişti: "sen"
Ya bir gün sende gidersen..
O yolcular gibi gitmeye niyetlenirsen
Yüreğinin torbasına benim yüreğimi saklayıp yitersen ellerimden
Ya sende göçmen kuşlar gibi mevsim değişip üşürsen
Arada uzaklara bakıp, geldiğin dağlara, taşlara özlem duyarsan…
Sahi yapar mısın?
Gider misin?
Beni bir başına bırakıp buralarda, kuşlara imrenip uçar mısın ellerimden?
Susmak…
En bildiğim şey sanırdım,
Seni tanıyınca anladım ki
Susmak, yüreği en çok acıtan tek şeymiş.
Susmak...
Kalbin konuşmasıymış kimseden habersiz
Ey benim tek yolcum,
Gideceğin zaman haber ver de
Seninle dolu şu yüreği söküp yerinden, dipsiz bir uçurumdan atayım.
Sonu ne olur? Diye sorma…
Her soru cevap ister
Bilseydim cevabını atar mıydım kendimden bihaber yerlere..
Ne zamandır, pencerelere yaklaşmıyorum,
Otobüslere de bakmıyorum.
Olurda gitmelere özenirsin diye,
Evden bile çıkmıyorum.
Kendime mahkûmum,
Birde gitmemene
Bilmelisin.
saadet bayri

Not: Merve'ye yazılmış bir yazı