16.8.16

Bayram Geldi

Anne, uyan bak bayram geldi.
Yüzünde tuhaf bir sevinç, elinde küçük şekerler… Bak kapıda beni bekliyor. Biraz hüzünlü, biraz kırgın, biraz huysuz bir hâli var. Ama olsun, o bayram geldi ve beni bekliyor. Babam camiden döndü mü? Sen her zamanki bayram yemeğimizi yaptın mı? Burnuma kokular gelsin diye bekliyorum. Bugün erkenden uyanmam gerekiyor, biliyorum.
Anne bayram geldi, bak.
Başucumdaki bilmem kaçıncı kez denediğim elbisem, alımlı çalımlı giyilecek. Ayakkabılarım, hani yalvar yakar aldırdığım ayakkabılarım, tam yatağımın kenarında duran… İşte bugün onlar da ben istemeden çıkmayacak ayaklarımdan.
Anne koş, bayram geldi.
Mahallenin bütün çocukları kapıda. Haydi ver şekerleri, götüreyim doldursunlar poşetlerine ve ben de gideyim onlarla birlikte, bayramı tüm neşesiyle yaşamaya. Arada şekerlerimizi sayalım, bazen yemek için mola verelim. Olmadı, değiş tokuş yapalım. Sonra poşetimizin ağırlığıyla mutluluktan uçalım.
Anne hâlâ fark etmedin mi, bayram geldi.
Bak işte şu sokağın başında göz kırpıyor, çocukluğumun kolunda. Sokaklarda, ellerinde bir sürü şekerli kahkahalarıyla beni kıskandırıyorlar. Ben de gitsem mi anne? Beni yeniden alırlar mı aralarına? Yoksa şu uzayan boyumdan şikayet mi ederler? Yoksa bu kadar hüznümle beni istemezler mi? Yaşım tutmuyor diye koşarak giderler mi yanımdan? Sahi koşsam, tüm öğrendiklerimin üzerine basarak yetişebilir miyim arkalarından? Tüm masumiyetimi yol yapsam, adımlarımı çok atar mıyım? “Ne sanıyorsun sen kendini?” dedikleri bencilliğin engellerine takılıp düşmez değil mi çocuksu hâlim.
Anne bayram geldi, diyorum.
Haberin yok mu anne, unuttun mu yoksa? Ellerime kına yakmadın. Bu sabah, kırmızı oldu mu, diye erkenden uyanamadım. Peki, ellerimdeki kınam olmadan bayram gelir mi anne? Hani evimize astığın balonlar anne? Babamın şen kahkahası ve kardeşlerimin eğlenesi hâlleri…
Söylesene anne…
İnsan büyünce, bayram gelmiyor mu? Ya da bayram büyüklere gelmez mi? Çocuklar hâlâ aynı heyecanı bir yerlerden bulup içine yerleştiriyor da, ben neden bu bayramda farklı hissediyorum anne?
Anılar anne, anılar.
Bayram anılara sığar mı? Hatıralarımdan kaç bayram düşer elime? Ya da ben kaç bayram sonra büyüdüm anne? Büyümek çok güzeldi de ben neden bayramda büyüdüm anne? Hep küçük kalsaydım ya bayramlarda…
Nasılsa büyürdüm işte, yaşam denen acı tecrübelerle…

Kadınlar Gününe Bakış Açımız


“8 Mart Dünya Kadınlar Günü Mesajım…”diye başlayan etiket, dün gece itibariyle twitter’da birinci sıraya oturdu. Milyonlarca mesaj yazıldı. Bütün kullanıcılar bugünün kendisi için ne anlam ifade ettiğini açıklarken, birçok kullanıcı ise yarınlar için hayallerini yazdı. Her zamanki gibi bu konuda da en çok beylerin sesi duyuldu.
Bu mesajların çoğunluğunda aşk ve sevgiyi yazılıp, ânların daha güzel olabilmesi için her dem sevgi denildi. Tabii ki de kadınların özgürlüğü en çok konuşulan konuydu. Kadın özgür olmalıydı, ancak o zaman işlerimiz yoluna girecekti. Özgürlükten ne kastedildiği ise aşikârdı. Özgürlük diye tarif edilen şey ise, tesettürsüzlük ve beraberinde ise köleleşmiş bir kadın…
Diğer taraftan kadına şiddet, çok fazla tekrar edildi. Yeniden gündeme geldiği gibi, caydırıcı cezalar verilmesi için ısrar edildi. Yani ki, hanımlar bu ara baş üstünde yer bulmakta. O kadar kıymet verildi ki, “bizlerden mi bahsediyorlar?” diye tekrar tekrar bakmak zorunda kaldım medyaya.
Bu mesajları okurken, içlerinden biri ilgimi çekti: “Dünyanın yarısını kadınlar oluşturur, diğer yarısını da kadınlar yetiştirir. Kadınlar gününüz kutlu olsun.” diyordu. Ve bana sorarsanız, çok da doğru söylüyordu. Oysa bu doğruya karşın, zamanımızda kadına şiddetin bu kadar uçuk rakamlarla ifade edilmesini hâlâ anlayabilmiş değilim. Zira git gide medenîleşip, modernleştiğimizden dem vururken, bir yerde hata yaptığımızı düşünüyorum.
Şöyle ki: Biz harika anneler ve eşler yetiştiriyoruz. Lakin bunlara destek olacak eş ve babayı yetiştiremediğimizi düşünmeye başlamış durumdayım. Bu yüzden, benimle evlilik hakkında istişare eden bir genç kardeşime, “Bir adamın sana nasıl davrandığını merak ediyorsan. Onun annesine nasıl davrandığına dikkat etmelisin. Zira bir erkek annesine nasıl davranıyorsa, üç aşağı beş yukarı sana da aynı şekilde davranacaktır.” deme ihtiyacı hissediyorum. Çünkü artık anlıyorum ki, nasıl bir terbiyeden geçmişse bir adam, aynısını sana iade edecektir. Babası annesine nasıl davranıyorsa, bu kısırdöngü gibi devam edip gidecektir.
Pedagogların ısrarla üzerinde durduğu gerçek şudur: Lütfen torunlarınızsa nasıl davranılmasını istiyorsanız, çocuklarınıza öyle davranın.”
Bende diyorum ki: “Sayın babalar, gelinlerinize nasıl davranılmasını istiyorsanız; hanımlarınıza öyle davranın.” Zira çocuklarınızın zihinsel kodlarına kaydediliyor yaptığınız tüm davranışlar. Yıllar sonra size benzeyen çocuklarınız canınızı yaktığında, “Bu çocuk kime çekti? Nasıl bu hâle geldi?” diye suçlu aramamış olursunuz.
Aynı şekilde sayın erkek anneleri… El bebek gül bebek yetiştirdiğimiz erkek çocuklarımız, evimize reis ilan ettiğimiz, “paşam..” diye yerlere göklere sığdıramadığımız reislerimiz, zamanı gelip yuva kurduklarında, eşlerine reislik ve paşalık yapmaya kalktıklarında kıyamet kopuyor. Unutmayın ki, “Ben senin annen değilim” diye bir söz tüm dengeleri altüst etmeye yetmiyor.
Evet, eşler bizim annemiz ya da babamız değil… Öyleyse çocuklarımızı yetiştirirken, cinsiyet ayrımını gözeterek değil; hayırlı bir eş ve hayırlı bir baba nasıl yetiştirilir diyerek büyütmeliyiz.

Saadet BAYRİ

Yolun Yarısı Hangi Yaşta


“Yaş otuz beş yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün” demişti şair; ancak şairin mısralarını test edecek yaşa gelince şairle aynı görüşte olmadığımı fark ettim. Zira daha ortasında değil, yeni başlamış gibi hissediyordum kendimi. Yapacaklarımın listesi kabarıyor, heyecanlarımın seviyesi artıyor ve yaşadıklarım bana ilhamla fısıldıyor: “ Haydi, tutun yaşama… Sımsıkı, daha sıkı”
Büyürken aldığım notlarıma bakıyorum. Hiçbir şey kararında kalmamış. Hedeflerim sapmış yolundan, beklentilerim değişmiş. “Asla”larım “acaba”larla çekişmiş. En önemlisi, hep kınadığım yerden sınanmışım. “Olmaz” dediklerim, olurken… “Olur”larım sadece beni olgunlaştırmış. Zaman bana şaşırmamayı öğretmiş, tecrübe denilen bir sayfa açtırmış ve sevdiklerimin listesini azaltmış.
Bütün bunlar olurken, ben yolun yarısında olduğumu hissedemiyorum. Hâlâ plânlar yapıyor, koşarak ilerliyorum gündelik yaşamımda. Ve fark ediyorum ki; bizim zamanımız çok; ama çok hızlı geçiyor. Bu hıza yaşlarımız yetişemiyor. Belki şair altmışlı yaşlardan bahsetse, daha yakın gelirdi anlattıkları ya da ben daha yakinen anlardım yolun yarısı ne demek diye.
**
On yıllık hesaplar yapmıştım, her yeni yaşın başında. On yıllık plânlar çizip asmıştım hepsini baş ucuma. Adım adım işlerken seneleri, şimdi bakıyorum da yazdıklarım yazgımla birebir hiç tutmamış gibi. İnsan kurar, kader gülermiş. Hakikat kovalayıp durmuş beni.
Hesaba katmadığım ne çok şey varmış oysa. Mesela anneliğimi hiç düşünmemişim. Oysa annelik plânlanmaz, sadece yaşanırmış. Anne olunca, bakışım, sözlerim, hesaplarım ve duruşum bambaşka bir hâl aldı. Ve sanırım benim yolumun yarısı ilk çocuğumun doğum tarihiydi.
**
Belki de yolun yarısından kasıt, yaşamı ikiye bölmekti. Zira şâirin mısralarında bahsettiği Dante de hayatını iyi ve kötü olarak ikiye bölüyor, 35 yaşı hayatında bir devrim olarak görmüş ve “İlahi Komedya” yı yazmaya başlıyor. Dante İlahi Komedya’da, “hayat yolculuğumuzun ortasında, kendimi karanlık bir ormanda buldum” diyerek hislerine kısa bir not düşüyor. Cahit Sıtkı ise 35 yaşından sonra dönüş yapıyor.
Öyleyse sadece zaman olarak algılamamak gerekiyor bu yaşı. Yeni bir başlangıç için bir fırsata da dönüştürülebilir. Öncesi ve sonrası diye bir şerh düşüp, yenilenerek yeniden diyebiliriz
Neden olmasın…

Saadet BAYRİ

YAZ KALEM

Yaz kalem…
Daha dün gibi gelen miadımı yaz. Bu dünya hanına misafirliğimi… Gözlerimin içine bakan annemi, gülüşümü bekleyen babamı yaz mesela. Her türlü sıkıntısına rağmen, bir tebessümümle huzura kanat çırpan o kadını yaz. Koşarak geldiğim okul yolundan, beni kapılarda karşılayan; içimin tüm coşkusunu, heyecanını yüreğine koyduğum, sevdiğim ilk adamı yaz önce. Ve aslında tarihimin nereden başladığını hatırlat.

Yaz kalem…

Tek başına başladığım bu serencamıma ilk eklenen mecburi dostlarımı, kardeşlerimi yaz. Kavgalarımızı, paylaştıklarımızı, bir şehrin kapısında bıraktığımız çocukluğumuzu yaz önce. Birlikte geçirdiğimiz günleri ve hiç ayrılmayacağımızı sandığımız senelerimizi de yazmayı unutma sakın. Birkaç kahkaha, birkaç damla hüzün de eklemeyi unutma.

Yaz kalem…

İlk adımlarımı hatırlat bana. Düşe kalka ne zaman başladığımı, bu yolu yürümeye. İlk nerede aktı gözyaşım? Saçlarımı çeken o küçük kızın yüzü silik bir hatıra, onu da çiz bana. Hiç kimse eksik kalmasın hatıralarımda. Sonra bütün kahkahalarımı topla sokaklardan. Not düş ki, tecrübe heybelerim ilk nerede dolmaya başladı, bileyim.

Yaz kalem…

Ne zaman çift çift atladığımı seneleri… Daha dün gibi hatırımda kalan sırdaşım okul sırama, oturuşumu... Dostlarımı yaz bana… Hiç ayrılmayacağımızı sandığım okul arkadaşlarımı yaz. Hiç taşınmam sandığım o küçük evi de sıkıştır araya. Su birikintilerine basarkenki çığlıklarımı da ekle hatıra niyetine. Ve büyüyünce anlattığım hayallerimi de yaz. Yaz ki neleri tarihe gömmüşüm, anayım…

Yaz kalem…

Büyürken anlam yüklediğim şehirleri yaz. Yükleye yükleye anlamını içimde büyüttüğüm şehrin gamsız sokaklarında dostluğun zehirli iksirini içişimi de yaz… Sahi, sadakat diye uzattığım umarsız pencerelerin hangi pervazından içmişim zehirli iksiri? Sahi, vefasızlık şehrin adıyken, diğer adı da maskeli insanlar kumpanyası mıydı? Sadakat denen duygu maskelere takılmış bir süsten mi ibaretti? İhanetin şaşkınlığına bürünen yüreğime değen ibret nazarını nasıl yazacaksan, gözlerimden dilime vuran sessizliğin sırrını da öylece yaz. Ta ki hiç konuşmadan nasıl konuşulur, ben de bileyim.

Yaz kalem…

Dostluk denen o kutsal mabedi ilk kimlerin taşladığını… Ya da ben hangi kapıda unuttum güvenimi, onu yaz... Hangi kuytu köşede bıraktım, bir çırpıda inanıvermeyi… Yaz sen yine de: Affetmek erdemdir; ama unutmak aptallıktır!

Yaz kalem…

Ömrümün ikinci baharına giriş yapmışken, sen birinci baharı yaz. Yaz ki, unutkanlık denilen o illet, bu bahara da bulaşmasın. Yaz ki, affetmek için izin isteyen vicdanım, bu defa cüret etmesin.

Yaz kalem...

Geçmişin yazılarını, geleceğimin duvarlarına kazı ki, her geçtiğimde göreyim ve "Müslüman bir delikten üç kez ısırılmaz" hakikatini, bu baharın ilk çiçeği yapayım.

Saadet BAYRİ