16.1.09

Sensizlik Acı Bir Çığlık


Sensizlik acı bir çığlık.

Tüm yeryüzünü ayağa kaldıran bir çığlık. Duyulduğu anda ne olduğunu anlamadan, tüm insanları pencerelere, kapılara koşturan bir ses. Kimsenin birbirine birşey sormaya cesaret edemeden öylece beklediği bir an. Her an herşey olabilir ihtimaliyle, yüreğin yerinden çıkacak gibi atması.
Sensizlik korkudan konuşamamak.
Gözlerini bir tarafa çevirip, işaret dahi edememek. Öylece bakakalmak. Bir daha kelimeleri bir araya getirip, cümle kuramamak. Çevredekilerin korkulu ve kaygılı bakışları arasında, yüzündeki tüm yaşam alametlerinin silinmesi demek.

Sensizlik acizliğin nihayeti demek.
Tüm soru işaretlerini bir araya toplayıp, altında ezilmek ve bir tek cevaba bin ömür vermek. Ölümün semtine taşınıp, her gün aynı nefesi ensende hissedip, hiç ölememek. Keskin bir kan kokusu duymak her sabah. Ve benliğin bir uçurumun kenarında afallayarak beklemesi.

Sensizlik söyleyecek ne çok şey varken hiç bir şey diyememek.
Evde ekmek bekleyen çocuklarına "ne diyeceğim" diye, sokakta saatlerce dolaşan bir babanın gözlerinde ki damla.
Bir annenin "şimdi uyuyun babanız gelir" diyerek çocuklarını uyutması... Onlar uyurken, pencereye yaslanıp, kimsenin gelmeyeceğini bildiği yola bin ümitle bakması demek.

Sensizlik varlıktan istifa etmek.
Anlamsız bir yaşamın içinde, döne döne anlam aramak. Gelene geçene sorup, cevapsızlığa sukut bulaştırmak. Konuşacak takati bulamayıp, olduğu yere yığılmak.
Sensizlik istemek.
Dünyada verilmeyen herşeyi, ahirete ertelemek. Orada kavuşma umuduyla bu dünyadan göçme telaşı. Elleri semaya kaldırıp, sadece sukut halinde kalmak. Yüreğin sözü sahiplenip, sahibine halini arz etme makamı.
Bir teslimiyet.

Sensizlik "belki".
Küçük bir gıcırtıya uyanmak, her telefon sesine koşmak. Sessizlikten, ses duyurmak. Evden hiç dışarı çıkmamak. Geçen her mevsime bir "keşke" ekleyip kapılara "hoşgeldin" yazmak.

Sensizlik büyü.
Hiç umulmadık kapılarda medet aramak. "Gelir" diyen her dili kıymetten sayıp, fallara adını yazıp, kağıtlardaki ismini sularda çözüp içmek. Sensizlik muskalar yapıp üzerinde taşımak. Bir bıçağa bilek uzatıp, damla damla kan akıtmak...

Sensizlik dilin, bedene ihaneti.
Her seferinde, aynı isimle atan, aynı ismi tekrarlayan dile ket vurmak. İlle de istenileni yok sayıp, unutmak. Bir idam mangasına teslim edip, en büyük anıları asmak. Tek bir göz kırpışına izin vermeden, geçmişin ölümünü izlemek.

Sensizlik acıdan buz kesmiş bir yüzde, acımsı bir gülüş.

Ağlamayı bile becerememek....

saadet bayri

Bağlı mısınız Yoksa Bağımlı mısınız?

Sahiplenmeyi seven bir fıtratta yaratıldığımızdan mıdır nedir, yoksa “benim” demek çok hoşumuza gittiğinden midir bilinmez; ancak bildiğim bir gerçek var ki, köleleştikçe mutlu oluyoruz. Bağlanmaktan değil de, bağımlı yaşamak daha fazla haz veriyor galiba. Anne, baba, kardeş, arkadaş, dost, eş, sevgili ya da çocuk…
Kim bizimse, her şeyiyle hayatına el atmak, her şeyiyle hayatını yönetmek istiyoruz. Ve çevremizdeki herkes bu yöneticiliğimizi görsün, bu hâlimize şahit olsun diye de başkalarının gözüne soka soka yaşıyoruz bu hâllerimizi. Muhatabımız bu hâlimize ne kadar itaat ederse, o kadar mutlu oluyoruz. Genelde evli çiftler arasında olan bu durum, giderek hastalık hâlini alıyor. Ve kişiyi artık yaşamın içinde dayanılmaz stres ve sorunların içine itiyor. Bağımlılık yaşayan kişi, ne yazık ki kendi yakalandığı bu hastalığını eşine de zorla bulaştırmaya çalışıyor. Karşısındakinden aynı şekilde bağımlılık bekliyor zira.
Oysa evliliğin temelindeki esas; bağlılıktır. Bağımlık değil. Ancak bu durum çoğu zaman hiç fark edilmez. Yakın zamanda yaşadığım bir olay bu konuyu araştırmaya itti. Ve bulduğum sonuçlar hayli şaşırttı. Zira bağımlılık yaşan eş, eşi evde olduğu yada birlikte vakit geçirildiği zamanlarda çok mutlu olup, her şey toz pembe görürken, olmadığı zamanlarda hayatı kendine zehir ediyor.
Eli ya telefona, ya mesaja gidiyor. Olmadı internette ki özel alanlarını sürekli kontrol edip, rahatlama yolunu seçiyor. Bağımlı kişi istiyor ki; karşı taraf dakika dakika arasın hesap versin. Nerede? Ne yapıyor yada yapacak? Bildirsin. Bu durum kıskançlığı da beraberinde getiriyor. Öyle ki, eşi sadece kendisini sevsin. Başka hiç kimse onun için önemli olmasın.(anne ve kardeş dâhil) Sosyal çevresinden rahatsız olur. Kendisinden önce tanıdığı kişiler artık onun inisiyatifine kalmıştır. İsterse görüştürür. Ama istemezse, türlü entrika yada huysuzlukla kişiyi bu arkadaşlarından uzaklaştırır. Eşinin bütün planlarının içinde olmak ister. Sürekli başında durur. Kim ne dedi? O ne yazdı? Öbürü ne söyledi? Bilmek ister. Her ortamda sürekli onunla ilgilenmesini bekler, hasbelkader başka bir yöne dönerse kıskançlıktan çıldırır.. Ve zamanla bağımlı kişi özsaygısını kaybeder. Peki, bu durumda kurtulmanın çaresi nedir? Eşlerin bilmesi gereken: bağlılıkla bağımlılığı birbirinden ayıran en önemli ölçü birbirine güvendir.
Güven, birlikteliğin temelini sağlamlaştırır, duygusal olarak ta mutlu eder. Bağlılık kişinin milyonlarca söze gerek duymadan, sevgisini belirtme biçimidir. En önemlisi yapılan tüm güzel hareketler, boynunda bir ip olduğu için değil, istenildiği içindir.
Çiftler, birbirinin özel alanlarına saygı duymayı öğrenmiş, sürekli karıştırıp, didiklemenin bir sonuç vermeyeceğini aksine bunaltacağını farkedip, birbirini özkimlikleriyle kabul etmiştir. Problemler mutlaka çıkacaktır ancak bunlar başkaları yüzünden değil; iki farklı karakterin bir araya gelinmesinden kaynaklanmaktadır.
Baharda esen meltem gibi de, incitmeden geçip gider bu tür sorunlar. İki tarafta birbirini kontrolü altına almaya çalışmamaktadır.
Birbirlerinin arkadaşlarına ve sosyal çevrelerine saygı duyduklarından, korku, kıskançlık yoktur. Her iki tarafta kendine ait yaşam alanları olduğunu bilir ve asla birbirini bu alanlardan dolayı rahatsız etmezler. Şimdi siz karar verin bağlı mısınız? Yoksa bağımlı mısınız? saadet bayri

10.1.09

"Unuttum" derken hatırladım

Desem ki aşklar yarım kaldığı için özlenir.
Yalan...
Aşk yaşandıkça özlenendir.
Rüzgar değildir içimi harlayan, özlemindir her akşam pencereleri zorlayan. Kavuşmak aşkın nefesi olsa da, kavuşamamak ecel sedyesinde can çekişmek bilesin. "Ha geldi, ha gelecek.." derken bir türlü son nefesi verememektir göresin.
Desem ki kış geldi, havada dondurucu bir soğuk, insanlar evlerinden çıkmıyor. Kediler hariç... Bu şehrin en cesuru onlar... Kediler, her şeye inat yine aynı asaletiyle bak oradalar. Ne açlık, ne soğuk, ne başka birşey isyan ettirip, intihar ettirmiyor onları...
İşte aşk böyle bişey sevgili. Tüm zorluklara rağmen, aynı yerde durabilmek...
Küçükken karlı havalara aşıktım çünkü annem karlı havalarda asla dışarı bırakmazdı. Ama ben yine de penceremin kenarına oturur, saatlerce izlerdim arkadaşlarımı. En üyük hayalimdi; kara dokunup kardan adam yapmak..
Olmadı..
Şimdilerde çok kar yağdı, defalarca karda yürüdüm, hatta koşup, yuvarlandım. Kardan adamlarım bile oldu kocaman kocaman. Ama hiçbiri o pencereden bakan çocuğun içindeki özlemi azaltmıyor, hiçbiri o zamanki kadar tatlı ve güzel olmayacak, olmuyor da.
Aşkta öyle...
İlk defa seversin birini, belki kavuşamazsın, belki hiç duyuramazsın, yer bitirirsin kendini... Sonra aradan zaman geçer hafta ay yada yıl her neyse... Belki çok sevdiklerin olur, seni çok severler. Ama yine de dönüp "Ondan çok sevdim." derken, karşılaştırdığın da hala odur.
Ve bilirsin hiç bir aşk, artık onun gibi olmayacaktır. Mazinin en görkemli yerine kurulup, her seferinde karşına çıkacaktır. Aşk "unuttum" derken başlayandır..
En olmayacak yerimizden yara alırken, akan sızıntıyı görmemeye çalışırken. Hiç olmayacak şeylere gülerken, kahkahalarının arasından, bir damla sessizce akar gözlerinden.
İşte odur, sevgilinin adını yazan yanaklarına. Gülümserken akan damlalardır, haber veren ondan sana. Gecelerce döktüğün yaşlar acizliğini anlatır.
Ama o damla "sevmiştim" der, kıvrıla kıvrıla...
saadet bayri