28.12.07

Martılar

Kimsesiz bir martıyım.
Bütün martılar bırakıp gitti beni.
Martılar göç eder mi? deme...

Ben seni tanıdığımdan beri hiç uçmadım ki....
saadet bayri

Yüreğimin Elleri

Ellerim üşüdükçe, acımıyor canım ceplerimi arıyorum. Yada ağzımdaki havayla ısıtıyorum. Ama bugünyüreğimin elleri üşüdü.
Bilir misin? Zemherir varmış içimde. Ne yapılır elleri üşüyünce yüreğin? Kalbimin cepleri de yok ne olacak şimdi?
Yardım edebilir misin?
Yada gidişini bir kaç gün erteleyip tutar mısın ellerinden kalbimin?
Nedersin?
saadet bayri

Neden

Biz kimdik?
Bir isimle çağrılırken dönüp bakacak kadar kısamıydık.
Adımızı söylediklerinde cevap verdiklerimiz ne kadar bilirdi bizi.
"ben" in içine ne kadar tanıdık kelime koyabilirdik.
Her gün gördüğümüz yüzümüz, en yabancı olduğumuz yan değil miydi?
Yada "anlat "denildiğinde kaç kelimeye sığdırırdık düşlerimizi
Siz" dediklerinde ismimizle başlayan kelimelerin kaçta kaçı cümle kalıplarına uysun diye söylenirdi.
"seni anlıyorum" diyenler gerçekten anlamış mıydı bizi?
"anladım" demek tam olarak neyin karşılığıydı
Sözlüklerdeki kelimeler, tüm yaşanmışlıkları açıklamaya yeter miydi?
Yada
Yazılan ve "tam beni anlatmış." dediğimiz tüm romanlar
Gerçekten bizi anlattıysa, neden her seferinde şaşıp kalıyorduk yaşadıklarımıza.
Hayat en son ne zaman bizimle şöyle içli içli konuşmuştuda, bizde "haklısın" deyip yargılamıştık tüm sahip çıktıklarımızı.
Terk ederken bir gün, "terk edilebilirim." acısını duyarak mı yapmıştık bu infazı.

Yoksa canımız sıkılmış ve maziye mi dökmüştük bugünü.
Onlar dediklerimiz kim olduklarını anlamaya çalıştıklarımız mıydı?
"bizim" dediğimiz hangi sınanmışlığın neticesinde almıştı bu ünvanı.
Ve yaşam arada zorlarken, biz hep gitmekle mi tehdit etmiştik onu,
Elimizde bir kaç parça acıyla...
Saadet Bayri

26.12.07

Siz Hiç

Siz hiç ağlamak isemediğiniz halde, ağladınız mı? Gitmek istemdiğiniz halde, gitmek zorunda kaldınız mı? Siz hiç içinizde fırtınalar koparken, dışarıdan sakin sular gibi durdunuz mu? Siz hiç yeminler edip, pişman oldunuz mu?
Cevabınız -hayırsa- Öyleyse beni anlama çalışmayın.
İstemiyorum..
saadet bayri

23.12.07

Lütfen Gelme

Lütfen; habersiz git, bir gece yada bir sabah ansızın..
Lütfen; dönememeye yemin et de git
Ümidim kalmasın yollarda,
Aklım kalmasın her tıkırtıda..
Lütfen; gelişine bin acı bırak da git...
saadet bayri

21.12.07

mazim cebimde

Ceplerime doldurdum yarınlara götüreceğim anılarımı. Maziye güvenip, emanet vermedim hiçbir günümü. Şimdi ceplerimde avuçlarımı yakan bir sıcaklık var. Ne dokunabiliyorum, ne çıkarıp atabiliyorum. Kendimi kendimle yakmışım şimdi.
saadet bayri

Sen Gibi

Yeminler etmeden söz söyleyemiyorum nicedir.
O kadar yitirmişim ki kendime inancımı
Sana başlıyan her söz yeminlere önsöz oluyor.
Her sözünü senet bilmişim,
Sen konuş ta istersen yalan olsun her biri..
İnancımı sen gibi, yitirmemişim.
saadet bayri

İkinci El Ayrılık

Çekingen bir esinti gelip yokluyor penceremi. Küçük damlalar çarpıyor camlara... İkinci el bir ayrılık yaşıyorum uçurum kenarında. Geri gidiyor ayaklarım yaşama. Korkum ölüm değil, yalnız kalacaksın bu kimsesiz dünyada...
saadet bayri

19.12.07

Unutmak ve hatırlamak

Unutmak...
Hayatımıza değişik kalıplarla giren, binbir çeşit manası olan bir kelime.
Kimimiz için acıların tarifi, kimimiz için ise mutluluğun.
Unuttuğumuz ya da unuttuklarımıza göre değişiyor ifade biçimi.
Unutmak…
İçine acılarınızı doldurmuşsanız, artık hatırlamıyor olmak size tebessüm ettirir. Vefasızlıklar ise sildiğiniz hafızanızın çeperlerinden, öyleyse ne büyük iyilik yapmışsınız her gün çileden çıkardığınız günlerinize. Hatırlamamak; birçok yaşanmışlığımızın diğer adı olduğunda, daha da kıymetlenir.
Zira biz insanoğluna verilen nimetlerden biridir unutabilmek.
Unutulan…
İki dostun arasında geçen kırgınlığın adıysa, tebessüm yeniden şekillenir yüzlerde. Unutmanın ne kadar güzel bir duygu olduğu söylenir durulur. Zira unutmasaydık, bir daha sevemez ve sevdiklerimizi affedemezdik. Affetsek bile, arada hafızamızın kapılarını zorlayan eskiler canımızı sıkardı. Affettiğimiz kişilerin yüzüne bakarken bir daha ilk günkü sevgimiz, muhabbetimiz, yakınlığımız kalmazdı.
Unutulmuş…
Bir evlâdının hatıralarına değmişte, uzakta yaşlı bir annenin yüreğine yansımışsa. Artık her gün ve gece hüzün, yoklamaya gelir pencereleri, kapıları. Unutmak bazen unutana hiçbir zarar vermezken, unutulanı ince ince sızlatır. Unutulanı yakar hatırlanmamak, çalan telefonda ya da kapıdadır artık kulak. Bir gelen olurda duyamam diye, uykular bile aralık kalır.
Unutmalıyım…
Kelime olup takılmışsa bir aşığın diline, her söylendiğinde, önce dili sonra yüreği yakar. Zira unutmaya çalışmak hiç unutamamaktır. Ve hiç anlaşılmayan sır: Neden sevmek bir an sürerken, unutmak senelerimize bedel olur?
Ve Neruda’nın dizeleri söylenir: “Aşk ne kadar kısa ve unutmak ne kadar uzun.”
Bazen bir anda yaşanan, bin anda unutulmaz.
Unutmak…
Esas unutmak
Bir anda olur.
Hesapsız, kitapsız, kurgusuz, plansız bir anda… Kurmadan, “Unutmalıyım” diye komutlar vermeden akla.
Öyle bir unutur ki insan; unuttuğunu bile fark etmez.
Henüz tam olarak unutamadıklarımızda, önce küçük çağrışımlarla hayal meyal hafızanın perdesine gelir. Sonra o hayal meyal hallerde yiter gider. Ve insan, neyi unuttuğunu bile unutur.
Yaşarken söz verdiklerimiz bile, yiter gider elimizden.
Kalp ağrıları ise en geç silinir hafızamızdan.
Unutma…
İnsanı sevindirirken, aynı zamanda çok üzen bir duygu.
Vedalarda söylenen tek sözcük olur bazen: “Nereye gidersen git! Ama beni unutma.” Sanırım bu söz söylenirken, önemli olunmak istenir, özel olmak. Zira insan, çok sevdiğini özler ve özlenen unutulmaz. Unutulmak artık sevilmemeye de işaret eder bir yerde. Bu yüzden unutulmak yaralar yüreğimizi.
***
Ve insan hatırlar.
En güzel günlerde, en sevdiklerini.
En güzel günlerde, kıymetlilerini.
Hele bu özel günler bayramlara denk gelirse, hatırlanmak ne kadar zevkli ve heyecanlı olur. Yaşlı bir gözden mutluluk damlaları akıtır. Minik bir yüreğe sevgi tohumları düşürür. Ayrı bir sevgilinin gözlerinde sevinç pırıltıları koşuşur.
Ve hatırlandıkça tatlı bir fon olur bayramlar, hayata.
Bu bayram hatırladıklarımızın listesi, diğer bayramlardan daha da uzun olsun. Ve bu uzunluk her yıl artarak devam etsin.
Bu bayramda hatırlayan ve hatırlananlardan olmak duâsıyla.
Not: Bütün dostlarımın “Kurban Bayramı mübarek olsun.”
saadet bayri

16.12.07

Şair Derin Sever

sanırım yazmanın en zor tarafıdır, kendini anlatmaya kalkmak. kalem sahibine gelince lal oluyor, taşlaşıp kalıyor... başkalarına ait yaşamları çok güzel anlatırken, kendine gelince susmayı tercih ediyor.
uzun satırlar ağır gelir çoğu zaman. kısadan tek kelimeyle özetlesem derim bezen yaşamı ama ne mümkün... sayfa sayfa yaşayıp, mısra mısra yazmak ne kadar ince bir iş.
bu sebeple şairler benim için kutsaldır. onlar imkansızın kutsal topraklarına girip, kimsenin bilmediklerini gördüklerinden olsa gerek, her satır ok olur değer en incesine sevdanın.
yoksa cilt sayısı unutulmuş yaşanmışlığı, kıta sayıları belli bir sınıra mahkum edebilirler miydi?
***
şairler; yüreğine göz değen nazarlı kişilerdir.
onlar akıllı sevmeyi bilmezler. her sevdanın sonunda yiter giderler. tane tane kopar yürekleri bedenlerinden.
kaybolurlar, yürek dehlizlerinde...
artık haber alamazsınız onlardan...
bazen günler, bazen aylar sürer toparlanmaları
en yavaşından.
saçılan bütün parçlar toplanır sonra,
kelimeler teker teker saklandıkları yerden çıkar gelir.
bunca yıl vefayla yoldaşlık ettikleri şaririni yalnız bırakmaz satırlar.
kağıdın beyazlığında yitince, anlar şair geri dönmüştür.
şahlanan yürek durulmuş, kanayan yara açık bir halde beklemektedir.
tuz basıldıkça sızlasada
alışıktır.
şaire yoldaş olmak kolay değil, bilir.
***
velhasıl aşk en derinden kanatırken, susar en kelimesizinden şair...
saadet bayri

Sırrım

Sana bir sır vereyim: ben şair değilim. Ama inan sevgilim, bir gün kelimeler dilime gelemeyecek kadar acizleşirse, yaşlarım çekip giderse habersiz... O gün bil ki, ben yaşamımı sende temize çekmişim. Elime kalem almayı bilemesemde üzülme... Ben sana ithaf ettim yeryüzündeki bütün şiirleri. Şimdi bütün sevgililer mısrasız kaldı, üzgünüm.
saadet bayri

14.12.07

Ertesizim

Ellerim duadan inerse, yer gök girer birbirine. Geceler gündüzleri devr almazsa, gözlerim ağlamayı bilmezdi belkide... Uzun bir yolu bittireli seneler olmuş, saçlarıma düşen aklar olmasaydı göremezdim belkide. Ertesizim nicedir, akşamdan sabaha ermedim öyleyse..
saadet bayri

12.12.07

Sessizlik

Sessizlik çarpıyor gecenin karanlığına raks ediyor, yıldızlarla...
Arada rüzgarla kapışıp, devr alıyor tekrar yaşamı. Şafak sökerken rüzgardan çalıntı bir ıslık dilinde, öylece yitip gidiyor yorgun gözlerimde...
saadet bayri

10.12.07

Gidişin

Gidişin değil, her güne "döner mi?" umudunu eklemek yordu beni. Bir açıklama yapmak mı zordu, yoksa cesaretin mi bitti? Birgün sessizce gitmek dahamı sendi. Ben mi yanlış tanımıştım, yoksa sen mi saklanmıştın. Aklıma bin soru takıldıda gitti
saadet bayri

9.12.07

En Fazla

En fazla gelmezsin bir daha. Ve en fazla beni çıkarırsın bir sehpaya, çekersin sandalyeyi.
Ve adımı "aşka kurban" diye yazarsın hatırana. En fazla ölürüm yani...
Daha ne olsun en fazla.
saadet bayri

7.12.07

kardelenler

kar altından çıkar, her zemherirde...
bütün çiçeklerin bırakıp gittiği bir zamanda açar gözlerini.
semaya olan aşktır, onu bu kadar çileye razı eden.
belki kıştır, belki soğuk, belki ömrü bir saatlik olacaktır ama o razıdır herşeye.
ermelidir muradına, görmelidir sevdiğini en imkansız anda.

bütün ağaçların, en dayanıklı köklerin bırakıp gittiği yerde,
dimdik ayaktadır o.
elleri üşüsede, donmuş olsada yaprakları...

semaya aşıktır o, aşk için göze almıştır her fedakarlığı.
baktıkça unutur tüm acılarını,
baktıkça içi ısınır.
yaşam tazelenir onun mağrur duruşunda..
ümidini yitirmeden "bismillahla" çıkar toğrağın üzerine.
ve tamamlar vuslata giden yolculuğunu.
onu sadece şefkate ve sukunete dokunmuş olanlar anlar..
gülümeseyerek seyrederler, sarıya duran beyazlarını.
s.b.

5.12.07

Tarih Kazıyorum

Yazmayı unutmuş değilim, sadece sana ulaşmayan mekuplar saklıyorum. Sayısı belli değil, geçmişe tarih kazıyorum.
Senle dolu her anı kelimelere ekleyip, kağıtlardan yaptığım darağaçlarına asıyorum. Kelimeleri rehin aldım nicedir, hiç bir yerde kullanmıyorum.Yolunu yitirmiş sözlere, hiç bilmediğim bir yol çiziyorum. Yazdığım her satırı zarflayıp yine kendime gönderiyorum. Bütün cümlelerin sonuna üç nokta koyuyorum.
Yazdıkça yenilenip, her zarfı kapatırken sana yeniden başlıyorum.
saadet bayri


Bir zamanlar mektup varmış…

Bir alış veriş merkezi bayram için kampanya başlatmış: “bu bayramda sevdiklerinize kartpostal yollayın, nostalji yaşatın.”
Duyunca içimden bir şeyler uçtu gitti.
Zira postacıları görmeyeli, yâ da yollarını gözlemeyeli epey zaman oldu. Öyle ki ne zaman mektup yazdığımı, gönderdiğimi unutmuşum. Birkaç yıl olmuştur. En son zoraki bir dosta iade-i mektup yapmıştım ki; onun gönderdiği mektubun üzerinden aylar geçmişti benim iade etmeye karar verdiğimde.
Bu reklâmın ardından geçtiğim kırtasiyenin camında duran renk renk zarflar, çeşit çeşit süslü mektup kâğıtlarını görünce duygularım iyice zorladı hatıralarımı. Durup zarflar beğendim, onların içine uyacak kâğıtlar...
Hepimiz biliriz, mektup yazacaksan birbirini tamamlayan kâğıt ve zarf alman gerekirdi. Ve genelde ruh haline ya da yazacağın kişiye göre renk ve desenler değişirdi. Yani en baştan anlaşılırdı mektubun maksadı, içindekiler ve eklenenler.
Şimdilerde bırakın mektup yazmayı kartpostal atmayı bile çıkardık hayatımızdan ki; bir aralar bayağı bir şikâyet ediliyordu: “mektupları kısalttık kartpostal gibi hazır şeylere alıştık” türünden sitemlerdi bunlar.
Bu sözleri diyenler şimdilerde ne diyor merak ediyorum.
Kartpostala bile hasret kalmışken.
Yazı tarzımızın nasıl olduğunu dahi unutmak üzereyiz.
Hakikat şu ki; biz özlemeyi de unuttuk ne zamandır.
Hatırlıyorum da küçükken anneannemden, teyzelerimden mektup gelirdi de defalarca okurdu annem ve bir de ağlardı. Şimdilerde anlıyorum o yaşlar hüznün değil, hasret ve sevincin karışımıydı. Hatta yazılan satırları okumaktan ezberlerdi ki; okumayı öğrenince bende okurdum mektupları ve yanlış okuduğum yerleri annem satırları görmeden düzeltirdi.
Tabiî gelen mektuplara cevap vermemek ne mümkün, okunur okunmaz yazılmaya başlanırdı. Büyükten küçüğe bütün aile fertleri sorulur, selâm edilir. Ve ne var ne yok anlatılırdı. Ve yazılanlarda defalarca okunur, sonra pencerede posta yolu beklenirdi.
En son ne zaman mektup satırlarını okurken gözlerim nemlendi? Hiç hatırlamıyorum ya da öyle bir anım var mı? O bile meçhul.
O kadar özlemişim ki postacıdan mektup alıp, kimden geldiğine bakıp, açarken elimin titremesini heyecandan. Ama artık çok lüks bir durum mektup yazmak ve almak.
Eskiden ucu yanık mektuplar varmış ki, hiç öyle bir mektup görmedim. Ve genelde bu mektuplar hep aşk mektupları, sevgiliye gönderilen mektuplar olurmuş. Bu mektuplardan birini İbn-i Hazm Güvercin Gerdanlığı isimli kitabında şöyle anlatır: “Bir âşığın sevgilisine yazdığı mektubu gördüm. Âşık bıçağı ile elini kesmiş; kanı akmış ve bu mektubu kanıyla yazmış; kanını mürekkep yerine kullanmış. Tabi bu mektubu kuruduktan sonra gördüm. Yemin ederim, kırmızı çini mürekkebiyle yazılmış gibiydi”
***
Artık askerler bile mektup yazmıyor.
Mektup denince birazda askerler hatırlanır. Analardan oğullarına ve asker evlâtlarından analarına gelen mektuplar. Gözyaşlarıyla yazılıp okunan mektuplar. Onlar bile tarihe karışmak üzereyken, mektup tarzı iletişimden söz etmek komik.
Nesil gençleştikçe, anılarımız bile tutmuyor.
Kendimi çok eski bir zamanda yaşamış, yaşı yetmişlere gelmiş ihtiyar gibi hissediyorum. Şimdi o kadar uzağız ki bu duygulara, birkaç sene önceki hallerimizi çok eskiyi yad eder gibi hatırlıyoruz.
Mektup dediğimde şimdiki lise öğrencileri gülüyor “Hadi ya! Gerçekten mi o kâğıtlarla uğraşırdınız? Saatlerce yazar birde günlerce posta beklerdiniz?” onlara o kadar uzak ki bu durum. Oysa o satırlardaki kibarlık, incelik, sevgi, emek, kelimelere yüklenen anlamlar o kadar özeldi ki bunu hiçbir teknoloji harikası karşılayamaz.
Hele şimdilerde her şeyi kısaltmış bir durumdayken, selâm verip almaktan hal hatır sormaktan bile yorulmuş bir durumdayken, bu durumu anlamak zor.
Cep telefonları, sms’ ler, anında iletiler, mailler hayatımızı kuşatmışken, postacıyı sadece telefon faturalarını ve bazı önemli evrakları getirirken gördüğümüzden…
Mektup, postacı, posta kelimelerinin içi boşalmış durumda.
“Mektup yaz, alışkanlıkların tazelensin!” demiş Şeyh Galip…
En güzel alışkanlığımız olan özlemeyi unuttuğumuz şu günlerde yeniden mektuplara bir dönüş mü yapsak.
s.b.

4.12.07

Adı Gitmek

Gideceğim yeri sorma bana. Gitmeye kalkınca elbet gidilecek yer bulunur. Her yer karanlık ve soğuk... İsim o yada bu ne değişir. Bir başka dünya, başka bir şehir yada hiç tanımadığım bir yürek.
Ne olduğu önemli mi?
Belkide terk edilenlerin asıldığı bir darağacı. Adı "gitmek" olduktan sonra, neresi olduğu artık fark eder mi?
saadet bayri

yüreğime göz değdi

Beklediği olmayana, yollar hiç bir anlam ifade etmez.
Takvime her gün işaret koymayanın, günlerle işi olmaz.
Yüreğine göz değmeyenin, bakışında mana aranmaz.
saadet bayri

1.12.07

Ağlama

Olmayanım. Hiç olmayacak yanım. Bir daha var olmayacak eksik tarafım. Adının yanına hasret eklediğim. Yalnızlığa sarıp sarmaladığım. Hiç bir göz değmesin diye gözlerine,
gökyüzüne sakladığım.
Şimdi yağmur var bu şehirde... Yağmurlara dokundukça, yaşların ıslatıyor gözlerimi. Haydi yeter ağlama!
Sus lütfen! Yoksa, sel götürecek bu şehri.
saadet bayri