10.2.14

Kadınlar unut(tur)maz!

                                  


Gözlerinin içinde bir acı belirdi. Sustu. Söyleyeceklerini hatırlamak ister gibiydi. Birkaç kez yutkundu ve en gencimize döndü: “On beş yıl oldu evleneli; ama o günü unutamıyorum.” Şaşkınlığım iyice artmıştı. Bir insan on beş yıl boyunca neyi unutamazdı ki? Ben bunları düşünürken, “Kocam” dedi, içli bir sesle: “Bana az etmedi. Şimdi yüzümdeki her bir çizgi, bana neler yaptığını haber veriyor. Saçıma düşen her bir ak, yaşadıklarımı daha bir unutulmaz kılıyor. Dünyayı ayaklarımın altına serse de boş şimdi.” 

Hayret doğrusu. Adam değişmiş, kadın ise hep geçmişte kalmıştı. Sanki bir yerlere not almıştı da her gece uymadan önce, tekrar yapıyordu. Adam ise zamanla olgunlaşmış, yanlışlarını fark edip, sevdiklerine yaşattıklarını telâfi etmeye çalışıyordu. Ama nâfile. Kadın gördüklerinden, başka hayatlardan bile kendi hayatına atlayacak bir köprü kurup kocasına dair hatıraları tekrarlayıp duruyordu. Öyle ki, anlattıkça daha bir bileniyor. “Bak bunu unutmuştum. İyi ki hatırladım” deyip devam ediyordu. 

“Peki, neden hâlâ birliktesiniz. O zaman ayırsaydınız yollarınızı” dedim.

Tebessüm etti. Acıdan mı, gençliğimden miydi, pek anlamadım; ama sözleri kırıcıydı. “Siz gençler çok acelecisiniz. En ufak bir zorlukta kaçmaya çalışıyorsunuz. Oysa savaş alanı terk edilmez kızım. Sen daha ne gördün ki!.. Evlilik bu! Bir kere kapısından girildi mi, çıkılmaz.” Verilen öğütler güzeldi; ancak yapılan davranış pek örnek alınacak gibi değildi. 

O kadar çok şey konuşmasına rağmen, yanından ayrıldığımda o gün neler olduğunu anlatmadığını; ama onun dışındaki her şeyi anlattığını fark ettim. Demek ki bütün sır “o gün”deymiş. “O gün” diye başlandı mı, bütün hikâye hafızanın çeperlerine dayanıyor ve izdiham oluyordu. Yürürken kendi kendime konuştuğumu fark ettim. 
Galiba bu durum, bulaşıcı ve tehlikeli bir şey. Zira söz konusu konuşmadan sonra neredeyse, hayat bana büsbütün soğuk gelmişti. Kalbimin sevgiye ve şefkate çıkan yollarında bir üşüme aldı beni. Ve bütün iyimser duygularım donmaya yüz tuttu.  
Tamam, insanın bunca yıl bu kadar acıya sabretmesi çok zor. Ancak zahmeti gidip rahmeti kalan o günleri yâd edip kendini yeniden üzmenin ne âlemi var? Belki de muhatabımın hâli “kadınlar unutmaz, sadece affeder” önermesinin ispatıdır. Sahi, biz kadınlar neredeyse hiçbir şeyi unutmadığımızı dillendirirken,  söz gelimi “O gün üzerinde şu vardı” diye başlayıp ve karşımızdaki şaşırdıkça da ballandıra ballandıra anlatırken gizli bir gururu yaşamıyor muyuz? Öyle ki, yaşadıklarımızı yeri geldiğinde ay, hafta, gün ve saatine kadar hatırlamıyor muyuz? “O gün şöyle bakmıştın, o kelimeyi şu ifadeyle söylemiştin”den çıkıp, muhatabımız hatırlamadığı takdirde, en ince ayrıntıları orta yere sermiyor muyuz? 
Son zamanlarda yaşlı çiftlerde sıklıkla karşılaştığım bu durum tebessüm ettirdiği kadar, kadınların neden bu kadar agresif olduğunun ipucunu da veriyor bana. Sizi bilmem; ama unutmak nimetinden faydalanmak yerine, sürekli zihni açık tutup geçmişin yaralarını deşmek, bana psikolojik bir rahatsızlık gibi geliyor.

Kadınların erken yaşlanmalarının, geçmişi daha çok didiklemekle ilgisi olabilir mi acaba? Araştırılması gereken bir konu…

Saadet Bayri


10.1.14

Yinelenen yeni bir başlangıç


Hayata yeni bir başlangıç yapmak, düşüncede çok kolay; ama pratikte zordur.

Önce gemileri yakmak gerekecek ki, geriye dönüp bakmasın gözler. Sonrası ise tam bir sır. Karşına hangi yol çıkarsa çıksın, ilerleyebilme cesaretini göstermek... Nedendir bilinmez, hepimiz hayatımızın bir ya da birkaç yerinde gitmek istemişizdir bilinmeze. Bütün gemileri yakıp yalnızlığın tadını çıkarmak. Öte taraftan biliriz ki, gitmekle gidilmez; aklımız ve kalbimiz kalır koskoca bir mazide… Sonra Tevfik Fikret gibi deriz ki “Viran olası hanede
evlâd-ı ıyal var”.  

Bazı kararlar, sadece alınmak için vardır. Çünkü yüklerimiz arttıkça, daha bir zorlanırız karar alırken… Öyle ki teslimiyetle inandığımız ölüm bile erkendir her an bizim için. Zira nefret yerine kalbimizden taşan şefkat oluk oluk olunca hayalimizde, “seni şimdi anlıyorum” demek istediğimiz siluetlerin isimleri değişir. Dahası, vaktiyle çok kızıp, gönül koyduklarımıza hak verme ihtiyacı kemirir içimizi.


Uzmanlar önemli kararları sabah uyandığımızda almamızı salık verirler. Onlar gece alınan kararların, uygulanması en zor kararlar olduğunu her ne kadar dillendirseler de karar alıcının, ruh halinin hangi saat ve mevsimle birebir uyuştuğu daha önemlidir bence. Zira ruhun tayin ettiği bakış açısının rotasına bağlıdır, kişinin kararlı oluşu.


Aslında her yeni başlangıç, hayalin yol aldığı istikamette yinelenen adımların daha bir kararlı sayımından ibaret. Böyle düşünülmezse, “başlanmak istenen yerden bir arpa boyu bile yol alamamak” düşüncesinin kıskacı hayatı çekilmez kılar. Yani ki, her yeni gün yeniliğiyle göz kırparken, esasında yinelenen bir akışın sükûn halindeki ahengini de duyurur bize. Nitekim hiçbir ânımız bir öncekiyle aynı değilken, yinelenen bir akışın demdemesi neden olmasın? Öyle düşünmemek “yeni” kelimesini bütün “sevdiklerimiz ve maziyi harcamak” olgusunu beraberinde getirmez mi? 


Unutmayalım, “yeni bir başlangıç” desek de nereye gidersek gidelim, delice özlediklerimiz sol yanımızda hep sızı olarak kalacaktır. “Acaba ne yapıyor şimdi?” sorusu içimizi kemirirken, “Nereye gidersen git bütün geçmişin peşinden gelecektir” düşüncesi, ensemizde durmaya devam edecektir. 
Peki ne yapmalı? Önceliklerimizi belirlemeli ve bu öncelikler için hatıralar biriktirmeye çalışmalı... Ve bilinmeli ki… Yaşarken, yürüdüğümüz yol aynı. Değişense… O yolda yürürken, yinelenen hayal ve arzularımıza yüklediğimiz anlam ve değerdir.

Saadet Bayri