26.3.08

Terk etmedi hüzün

Çıkıp kurtulmak istiyorum minibüsün penceresinden bakarken, içimden kendimden. Kuşlara özentim bundan olsa gerek. İstedikleri her yere gidebildiklerinden. Acaba diyorum kuşlar anlasalardı gittikleri yerlerdeki hüzünlerden, bir daha giderler miydi başka yerlere? Başka hüzün görmek isterler miydi? Yoksa bir an önce kaçıp kurtulmak daha doğru bir tercih olur muydu onlar içinde.
Ya da bizim batıp çıkamadığımız şeyler, yüksekten çok mânâsız ve komik mi gelirdi? Dağlar kadar görünenler, tepeden bakınca minicik mi görünürdü? Ve bu halimizi gördükçe eğlenip kahkahalarla gülerlerdi belki de.
Bilemiyorum.
İmkânım olan şeyleri yapmaktansa, imkânsız şeyleri hayal etmek daha bir hoşuma gidiyor. “Hayal kurmak iyi gelir” diyor kişisel gelişim kitapları herkese. Bir de nasıl hayal kurmamızı öneriyorlar.
Her şeye karışmaya hakları varmış gibi, buna da karışıyorlar. Aklımın programı yok ki her an düğmesine basıp, beğendiğim şeyleri düşünmesine sebep olayım.
Okuduğum kitapları anneme benzetiyorum arada. O kadar çok nasihat ediyorlar ki; sıkılıp kapıyorum kapağını.
İçimden “Kolaysa sen uygula bunları.” diyesim geliyor internet sayfalarına.
Susuyorum.
Yine de hayal kurmadan bitiremiyorum minibüste ki yolculuğumu. Ama sadece benim istediklerimi düşünüyorum.
Hayatımı kurgulamaya çalışan bütün satırların inadına.
Gülüyorum.
Hüzün bulaştığından olsa gerek gözlerime, baktığım her şeyde biraz hüzün görüyorum.
Bir çocuk biniyor şimdi minibüsün kapısından. Sırtında çantası, gözlerinde değişik bir mânâ. Yanımdaki ona tebessümle bakıyor ama ben yorulmuştur diye geçiriyorum içimden. Bütün gün sırada oturmuş, derslere zihin yormuş ve haliyle bitkin düşmüştür.
Belki de sınıfta yaşadığı bir olay, canını sıkmıştır. Yanlış cevapladığı bir soru yüzünden kızmıştır öğretmen. Yanlış cevaplamaya hakkı olduğu halde, bu hakkı kullandırtmamıştır kızarak öğretmen.
Gocuğunun şapkası başında hâlâ, çıkarmıyor içerisi sıcak olduğu halde. Belki babası öğrenci tıraşı yap dediği için babasına, çok kısalttığı için de berbere kızmıştır. Arkadaşları da alaya alınca, utanmıştır kendi hükmünün geçmediği ama onun taşımak zorunda olduğu saçlarından.
Düşünüyorum.
Kalkıp yer vermek geçiyor zihnimden. Otursun bu küçük çocukta bir koltuğa. Minibüs ilerlerken arada sallanıyor ve küçücük elleriyle tutunmakta zorlanıyor. Ya düşerse, bir yeri acır ve yalnızlığın verdiği acısı daha bir bilenirse.
Gözlerime bakıyor şimdi. Şaşkın “Neden bakıyorsun bana?” der gibi. Benim gözlerimde ki hüznü tanısın istiyorum ona bakarken. “Ben seni anlıyorum.” diyor bakışlarım. Ama o anlamıyor, gözlerimin dilinden. Bir yer boşalıp oturuyor.
Tedirgin.
Birazdan bir büyük gelip kaldıracak onu yerinden. O ise “Kalkar mısın?” demeden kalkması gerektiğini bilerek sıvışıvermiş koltuğun kenarına. Tedirginliği bundan.
***
Ben bir hüzün aşığıyım galiba. Her şeyde hüzün görüyor olmam bundan.
“Aciz olduğunu anlamaya çalışan bir fani” olduğumu anlamaya çalıştığımdan beri.
Terk etmedi beni hüzün, hiçbir yerde bunca zaman.
saadet bayri

Hiç yorum yok: