1.9.15

İdeal eş(mi) aranıyor? - 2

“Sen büyünce ne olacaksın, söyle bakalım” sorusu bilmem kaç defadır soruluyor kızıma.
Sonunda müdahale etmeye karar verdim. Soranlara, “Benim kızım gelin olacak teyzesi” dediğimde, yüzüme tuhaf tuhaf baktıktan sonra, “Nasıl olsa gelin olacak. Önemli olan nasıl bir mesleği olacağı” türünden akıl vermelere karşılık, “Yok teyzesi, ancak yetişir gelin olmaya. Kızlarımız artık gelin olmuyor. Bizim kızlarımız sadece meslek sahibi oluyor. Gerisi ise zor geliyor” dedim.
Bu muhabbet ilerleyip giderken, acı bir gerçekle karşılaştım. Çünkü eskiden kızların evcilik oynarken bile enva-i çeşit eşyalarla gelin olduklarını ve oyunlarını bu şekilde devam ettirdiklerini iyi bilenlerdenim. Siz de hatırlamaz mısınız, gelin olmak en güzel hayaldi. Hele anne olmak, bebeklerini uyutmak, onlara ninni söylemek… Öyle ki, daha çocukken başlıyordu aslında anneliğin provaları. Sonra nedendir bilmem, yetişkin olmaya doğru ilerlenince, gelin olmak veya anne olmak ayıp karşılanmaya başlandı. Böyle bir muhabbet olunca da “Kızım o nasıl söz. Bir daha duymayayım. Senin daha yaşın kaç, çok ayıp” sözleriyle, “bir evin hanımı ve çocuklarının annesi olmak düşüncesi” “ayıp” olarak telâkki edilmeye başlandı. 
Bu düşünce, belki biraz masumdu, “edep”ten sayılıyordu. Ancak,“okusun meslek sahibi olsun” diye diye büyütülen koca koca ve tabir yerindeyse, boyumuzdaki kızlara bardak kaldırtamadığımızı görünce, her kızı daha küçükken “gelin olmaya namzet bir fidan misali yetiştirmek” düşüncesinden ne kadar uzaklaştığımızı anlıyorum. E tabi, odalarına kadar sularını, yemeklerini taşıma cehdiyle (!) rahatlık tuzağına alıştırdığımız kızlarımız âmir gibi davranıp evin içinde annesini ezdikçe ezmesin de ne yapsın? Babasına rest çekip, annesine haddini bildirmesin de ne yapsın? On sekiz yaşına gelince aileyi türlü korkutmalarla hayatına karıştırtmasın da ne yapsın?
Bu meyanda geçenlerde bir ev ziyaretinde gördüğüm yetişkin kızların tavrıyla ilgili şaşkınlığımı anlatamam. Düşünün bir kere…Evde okumuş ve iki dil bilen üç genç kız var. Ancak eve kirden ve kokudan girilmiyordu. Annelerine karşı âmirane tavırlarını da görünce, su içmekten imtina edip evden ayrılırken, “Sizinle evlenecek erkeklere çok yazık olacak” diyesim geldi. Şimdi düşünüyorum da tek başına onlar mı suçlu bu durumdan? Evlilik müessesesini boşlayıp diplomaları geçer akçe kılan ebeveynlerde suç yok mu? El bebek gül bebek büyütülmüş kızlarımız bir anda evlilik gibi önemli bir sorumluluğun altına girince yaygarayı basıyorsa, “Ben okudum, kültürlü biriyim. Bu işlerle uğraşamam” diyorsa, suçlu kim? Bir de “Şimdilerde evini temizletir canım, oda bir şey mi?” demeyelim, zira mevzu evi silip süpürmek mevzusu değil, mevzu bir evin hanımı olabilmek ve bütün bir evi idare edecek hamaratlığa sahip olabilmekte. Sakın okumaya karşı olduğum anlaşılmasın. Evet okuyalım, evet eğitimli olalım; ama kadının fıtratına yakışan ve annelik fıtratında yaratılmış olan kızlarımızı başta anneler olarak el birliğiyle bozmayalım. Yeri geldiğinde, evlâtları için her türlü kariyeri elinin tersiyle itecek kızlar yetiştirebilelim. 
Anneler nasıl bir dünyevîleşmenin kıskacına girmiş ki; “okuyunda okuyun” diye baskı yapıyorlar. Oysa okul veya dersler pahasına maneviyattan uzaklaştırılan kızlar ne ideal eş bulabilir, ne de mutlu edebilir. Yalnızlık denilen o kıskaçta sıkıştıkça sıkışır. 
Dünyevîlik çıtasını biraz aşağıdan tutmakta fayda var. Nitekim “ideal eş” olmanın yolu unvanlardan geçmez. İdeal aile evin semti veya arabanın markasında saklı durmaz. Kibarlık eğilip bükülmek değildir. Erkeğin fıtratına ve kadının da fıtratına uygun hareket etmesidir. 
Bu bağlamda kızlarımız şunu bilmeli: “Kendimize âlim aramıyoruz, evimize ve çocuklarımıza baba olabilecek samimiyet ve tevazu sahibi eşler arıyoruz. Hâliyle de onlar el açmamamız gereken “el” değil, her şekilde ihtiyacımızı karşılayacak, bizim koruyup muhafaza edecek hayat arkadaşımızdır. 

Hiç yorum yok: