2.5.15

Öğlen namazına nasıl kalkılır?



Her türlü fikri anlayışla karşılamak gerekiyor. Sonrasında ise “Ben bu konu hakkında böyle düşünüyorum” demek medeniliğin en güzel örneğini teşkil eder.
Malûmunuz, teknolojinin her tarafta kol gezdiği bir zamanda yaşıyoruz. O kadar ki, cep telefonu kullanma yaşı ilkokullara kadar düştü. Tablet deseniz, elimizde olsa, yeni doğan bebeklere vereceğiz. Eskiye oranla çok şeyler değişti. Makinalar hayatlarımızı rahatlattı. Rahatlatmakla kalmadı; daha çok zaman dilimleri açtı bize. Çamaşır, bulaşık, süpürge derken, hayatımız git gide kolaylaşıyor. Bu rahatlığın içinde biz de rahatımıza düşkün hanımlar oluverdik. 
Bundandır ki, son zamanlarda “sabah namazına nasıl kalkılır?” türünden konuşmalar yerine, “Öğle namazına nasıl kalkılır?” türünden konular konuşulmaya başlandı. Nitekim bu kadar rahatlığın içinde hayatımızı uykunun elinden kurtaramayınca hiçbir iş zamanında yetişmedi. En ufak bir huysuzlukta eline tablet tutuşturulan ve cep telefonun en aktivitelisini seçen annelerle, çocuk büyütmek epey kolaylaştı (!) Peki geride ne kaldı? Aslî görevi nesil yetiştirmek olan kadının, aslî görevinden uzaklaşması kaldı.
***
“Oku, hayatını kurtar” diye yetiştirdiğimiz kızlarımız şu anda üniversitelerdeler. Zaman su gibi akıp geçiyor. Bir dönem başörtümüz için yıktık her yanı. “Örtümüzle okumak istiyoruz, çalışmak istiyoruz” diye meydanları inletiyorduk. Peki niçin? Elbette bize dayatılan ilmi paraya tahvil etme psikolojisinden. Bunun yanında, biliyorduk ki, bayan doktor olmadığı için başka şehre gitmek zorunda kalan nice bayanlar vardı. Ve o nicelerinden bazıları, geç kaldığı için bebeğinde ömür boyu kalacak olan bir beyin hasarıyla evine döndüğünü de. Dahası, bayan avukat bulduğu için kendini ifade ettiğini ve haklılığının daha iyi anlaşıldığını savunan nice ihtiyaç sahibi hanımlar vardı.
Bunlar varken, okullarını bitiren ve çalışmaya başlayan genç kızlarımıza nasıl bir yol çizeceğiz? Şimdi bu kadar hanımı eve kapatmak ya da “Haydi evinize dönün” demek pratiğe ne kadar uygundur? Aklî bir yönü var mıdır? Bütün bunlara rağmen, “Kadının yeri, erinin yanıdır” diyenler harika bir eş olabilir; ancak diğer yandan her gün eziyet gören ya da eşi vefat eden hanımların varlığı da unutulmamalı. Bu hanımlar çalışmak zorunda kaldığında, “nasıl bir çalışma ortamında çalışacakları” hesap edilmeli.
Evet, gönül ister ki kadınlar evlerinde çalışsın. Gerek el emeği, göz nuru işlerde; gerekse de çoluk çocuğuyla oynarken verdiği mücadelede. Ama ondan önce çalışan hanım arayan bekâr gençlerimizin aklına bu fikri kimin soktuğunu konuşalım. Başörtüsü mücadelesini tamamlamak için başını açmayıp evinde oturan kızların tahsilli erkekler tarafından tercih edilmeyip, dengi olmayan beylerle yaptıkları evliliklerini konuşalım. Üniversitede “açık bayanları hidayet edeceğim” düşüncesiyle evlilik yapan  “ağabeylerin” oğullarını konuşalım meselâ. Sonra da “kadın çalışmalı mı çalışmamalı mı?” konusunu tartışırız...
Demem o ki, bu ve bunun gibi birçok gerçeğe gözünü yummak ve atıp tutmak kimseye bir fayda sağlamaz. Sizin kurduğunuz güzel yuva, hayırlı eş haliniz diğer tarafta aşağılanan kadının yarasını sarmaz. “Ne yapmalı? Nereden başlamalı?” deyip tartışmak daha yerinde olur. 
Ha unutmadan, yüzde doksan dokuzu Müslüman (!) olan Türkiye’de hikmet-i hükümetin icraatıyla Türkiye’de 25 yaşından sonra kızlar babalarının sigortasından faydalanamıyor. O halde, 25 yaşına kadar ya evlenmeli, ya çalışmalı ya da okumalısınız.
“Benim babamın maddî durumu iyi bunlara hiç gerek yok evimde otururum” derseniz, bu da bir tercih. 
Bu konuyu da hatırlatmak istedim…

Saadet Bayri

Hiç yorum yok: