22.4.15

Kadınlar çalışmalı (mı)?


Bu aralar kadınlara dair yazılar ilgimi çekiyor. Kitaplar, hikâyeler, röportajlar, söyleşiler… Enva-i çeşit söz ve yazı dolaşıp duruyor etrafımda. Yapılan yorumlar gırla… Yerden yere vuranlar, başının üzerinde taşıyanlar…
E! tabi erkeklerin de ihtisas alanı bu konu. Yazdıklarından, eleştirdiklerinden yola çıkınca, kendimi onların kaleminden okumak şaşırtıyor bazen. Ancak tavsiyelerini ve yorumlarını çok içselleştiremiyorum. Yaşamak ve gözlemlemek birbirine o kadar uzak iki kavram ki…
Sorum şu: İnsan hiç yaşamadığı bir duyguyu nasıl ifade edebilir? Sizi bilmem; ama hiç evlenmemiş bir evlilik terapisti ve hiç çocuğu olmamış bir pedagog bana samimî gelmiyor. Çok zorluyorum kendimi, yazdıklarını okumak için; ama satır aralarındaki ütopyalar ve sertlikler içimi çiziyor. Evet, bekârlarla evliliği, anne olmamış hanımlarla anneliği konuşmak hep zor gelmiştir bana. Öyle ya, bekâr gençler harika bir eş ve harika bir evlilik yapacaklarına olan inançlarıyla, henüz anne olmamış hanımlar ise tanıdığı hiçbir anneye benzemeyeceği tesellisiyle mutlu olurlar. 
Ancak yaşanması gerekenlerin zamanı gelince, acı bir gerçek çıkar karşımıza: Bilmek yaşamak için yetmiyor her zaman.    
***
Bu bağlamda, bir de “çalışan hanımlar ve çalışmayanlar…” diye devam eden ve hangisinin muteber olduğuna karar verilemeyen bir durum var. Ama ondan önce çalışmayan ev hanımlarının gerek dizilerde, gerek sosyal hayatta karşı karşıya kaldıkları durumlar ise başlı başına çalışma konuları. Çalışan annelerin anlattığı envaî çeşit zorluk ve başa çıkmaya çalıştıkları birçok iş… Ev hanımlarının keşke ile başlayan şikâyetleri... 
Çalışan anneler neden çalışmak zorunda olduklarını anlattıktan sonra, geçirdikleri kaliteli vakitleri, çalışmayan anneler de kendi çocukları için yaptıkları fedakârlığı anlatıp dururlar. 
Bana kalırsa her iki tarafın da kendine göre haklı sebepleri var. Oysa benim takıldığım nokta “çalışmalı yâ da çalışmamalı” meselesi değil. Oğluna çalışan gelin arayan, çalışmayan kayınvalideler… Yani ki gelinin bitirdiği üniversite ve işi ile kendine bir paye çıkarmaya çalışan bu kayınvalidelere takılıyorum. 
Ve bazen sormak istiyorum: Bu neyin acısı teyzem? Çalışmamak, ev hanımı olmak sizi nasıl bu kadar acıttı ki, bu düşünceye ulaştınız. Verdikleri cevap hepimizin bildiği şey:Hayat şartları… 
Bana kalırsa hayat şartlarından önce, “dünyevîleşmenin sırtımıza yüklediği lüks hayata isteği, komşular ve akrabalara yaşatılacak haset hisleri” 
***
En tesirli söz, kişinin lisan-ı haliyle konuşmasıdır. Bizzat yaptıklarını anlatması. Yâ da susmayı bilmesidir. 
Sahi, bir dost meclisinde çalışan hanımların sıkıntılarını ve kadınların evine dönmesi gerektiğini anlatan çalışan hanım ablama, “Ama siz de çalışıyorsunuz hem de yıllardır. Hâlen de çalışmaya devam ediyorsunuz. Bunu nasıl açıklayacaksınız?” diye sorsa mıydım acaba? Hem sorsam, “Benim çalışma şartlarım çok iyi. Namahremden uzak bir ortamda çalıştım ve çocuklarımı da bu ortamda gayet rahat büyüttüm” cevabını alacaktım zaten. 
O hâlde cevabı beklemek yerine, gerek konuşmalarımızda gerekse yazılarımızda çok net yorum yapmaktan imtina etmeliyiz. Sertlik yerine ılımlı olmayı tercih etmeliyiz.
Yani ki, “Kadınlar asla çalışmamalı. Kadınlar kesinlikle çalışmalı” türünden sözler yerine, her iki anlayışın vasat halini nazara almayı daha sağlıklı görüyorum. 

Saadet Bayri

Hiç yorum yok: