11.10.15

Mahremiyetimiz nereye?

Ahirzamanda yaşamak kolay değil elbet. Hele dijital dediğimiz internet çağına girmişken, her şey çok daha zorlaşıyor.
“Sosyal medya” isimli bu efsaneyi kullanmayanımız yok neredeyse. Biz eskittikçe de yenileri ekleniyor listemize… “Asla kullanmam! Bana göre değil bu işler” dediğimiz adreslerde bile isimlerimiz var. Dahası, kendimizi temize çıkaran “ama”lar ile başlayan cümleler gittikçe daha çok açığa çıkarıyor ikircikli bir travmayı. 
Travma diyorum, zira çok değil; bir on yıl öncesine kadar bu hâlimizden bahsedilseydi, gülüp geçerdik belki de. Oysa ağlanacak bir hâlde yaşıyoruz da ağlayanımız yok. 
Sormak lâzım: Bir zamanlar televizyon ile yatıp kalkan bir millet ve gençlikten şikâyet edilirken, şimdilerde üç beş tane sosyal medyanın çengeline takılıp oradan oraya savrulduğumuz neden dikkatlerden kaçıyor? Savrulurken de abarttıkça abarttığımız trajikomik hâllerimizi neden normal görüyoruz? 
Bu bağlamda, “Faydası olmayan şeyin zararı vardır” ilkesi haylice düşündürüyor beni. Bu kadar sosyal medya, bu kadar insan ve bu kadar paylaşım… Düşünün bir kere, her şey facebook denilen o acayip adın içine girmekle başladı. Öyle ki, “arkadaşlarımı buldum, olmadı akrabalarımı görüyorum, aa ilkokul arkadaşım” derken, her gün bir tık üste çıktık. Öyle bir hâl aldı ki; kim nerede ne yapıyor bilir olduk. “Pazardayım, filan kafede, şurada şununla yemek yiyorum” derken, yavaş yavaş mahremiyet sınırlarımızı aşmaya başladık. 
Nasıl mı? Efendim dindar genç kızlarımız beyaz atlı prenslerine (!) ağıtlar yakmaya, sevdaya dair sözler etmeye başlayınca, bir de üzerine “gel artık neredesin?” diye yazınca, evli hanımlar durur mu? Onlar da misilleme olsun diye, aşka dair ne kadar söz varsa yazmaya başladılar eşceğizlerine (!) Paylaştıkları resimlerin altına şairleri hayrete düşürecek1 şiirler, akşam eve gelecek eşe doğum günü, evlilik yıl dönümü kutlamaları… Ve en mahrem fotoğrafları boy boy afişe etmeler… 
İşin tuhaf tarafı, sözde şuurlu olduğunu iddia eden ve Risale-i Nurları tanıdığını ilân edip mangalda kül bırakmayanlar da bu mahremiyet sınırını ihlâl edenler arasında. Belki de bizim mahallenin genç kızları bu kadar dünyevîleşmenin sonucunda, “aranan olmak” konusunda eksik kaldığından aradıklarını bulamıyorlar. Bundan da öte, sürekli arama konumunda olduklarından, bulduklarıyla da mutlu olamıyorlar.  
Öyle veya böyle… Acı olan şu ki, ehl-i dünyanın yaşadığı hayat tarzı elbise değişerek hayatlarımıza girmiş bulunmakta, bu mahallenin kızları ve hanımları da artık çok değişmekte. Nasıl mı? Tahrik edilen gıpta damarları ve çatlamaya başlayan evlilik çıtaları şeklinde… Meselâ, görümcesini, eltisini ve kaynanasını veya benzeri kişileri çatlatmak için paylaşılan fotoğraflar ve yer bildirimleri çoğu zaman bunun için. 
Unutmamak lâzım: Bu kadar çok düşmanla (!) sevmeyenle (!) ve dahi hazlarla (!)… boğuşurken, evli olanların çocukları ve bekâr olanların yakınları birbirinden fersah fersah uzaklaşıyor; sevgi, bağlılık, paylaşım ve diğergâmlık gibi en nâdide değerler yavaş yavaş kaybolmaya yüz tutuyor. 
Saadet Bayri

Hiç yorum yok: