Kızımla eve dönüyoruz. Yorgun geçen günün
ardından, oturduğumuz koltuğa yığılıp kalıyoruz. Kendimizce sohbet halindeyiz.
Dışarıdaki insanları, uçan kuşları, kedileri… Gördüğümüz ne varsa, sohbetimizin
içine dâhil ediyoruz.
“Kediler neden kuyruğunu sallıyor anne?” “Mutlu
oldukları için.” “Neden mutlu olurlar?” “Hoşlarına gittiği için.” “Neden
hoşlarına gider?” türünden sorular başladı mı, kurtulmak ne mümkün. Bir ara
dalgınlıkla iki soruya da aynı cevabı veriyorum. Üç yaşındaki kızımın
dikkatinden kaçmıyor bu durum. “Ama bunu söyledin…” ifadesiyle uyarılıyorum.
Küçük bir özrün ardından, daha dikkatliyim soruları cevaplarken.
Derken, “Su ister misin abla?” sesiyle
irkiliyorum. Kızım dönüyor ve “Bize su vermek istiyor” dediğinde, bu küçük
çocuğa yöneliyor bakışlarım. 7- 8 yaşlarında bir çocuk. Kısa kesilmiş saçları,
güneşten kararmış teni ve ışılışıl parlayan gözleri… Sorusunu yineliyor; “Abla
lütfen su alır mısın?” Belli ki elindeki suları bitirmeli akşama kadar. Elinde
bir koli su şişesi… Eğilip bir tane alıyorum, ücretini öderken siyahlaşmış
ellerine değiyor gözlerim.
Ertelenmiş bir çocukluk göz kırpıyor sessizce
arkasından. Yaşıtlarının oyun oynadığı bu saatlerde, küçücük elleri ve kocaman
yüreğiyle hayatın ona erken yüklediği bir yükü taşıma gayretinde. Koca koca
adamlarla söz yarıştırıp, parasını vermeyenlerin peşinden ağlıyor. Hasta bir
babası vardı belki. Annesi bu küçük yavrucağın getireceği birkaç kuruşu
bekliyor olabilirdi.
Nedense, bir ara tekrar gözüm ilişti bu minik satıcıya. Su şişelerini yere bırakmış, kendisi de yanına diz çökmüş ve kazandığı bozuk paraları yere dizmişoyun oynuyor. Gözlerim nemlenirken tebessüm ettim, “Her ne kadar çok erken yaşta tanısan da hayatı, senin aslın çocuktur yavrum, çocuk…” cümleleri döküldü dilimden.
Nedense, bir ara tekrar gözüm ilişti bu minik satıcıya. Su şişelerini yere bırakmış, kendisi de yanına diz çökmüş ve kazandığı bozuk paraları yere dizmişoyun oynuyor. Gözlerim nemlenirken tebessüm ettim, “Her ne kadar çok erken yaşta tanısan da hayatı, senin aslın çocuktur yavrum, çocuk…” cümleleri döküldü dilimden.
Başka bir çocuk yanaştı birkaç dakika sonra
yanına: “İstersen parasına oynayalım seninle…” Alelacele parasını toplayıp
cebine yerleştirdi ve “Olmaz, bu paraları su satarak kazandım ben.” Sonra su
şişelerini aldı omuzuna, yeniden başladı bağırmaya: “Su isteyen var mı?”
Bazı zamanlarda önemsemediğim birkaç kuruşun değerini bu çocuğa sorsam, acaba bana nasıl bir hayat dersi verirdi ya da şimdi evinde akşam yemeği için çağrılan ve inatlaşıp gelmeyen veyahut da yemek seçen çocukları sorsaydım, ne derdi?
Bazı zamanlarda önemsemediğim birkaç kuruşun değerini bu çocuğa sorsam, acaba bana nasıl bir hayat dersi verirdi ya da şimdi evinde akşam yemeği için çağrılan ve inatlaşıp gelmeyen veyahut da yemek seçen çocukları sorsaydım, ne derdi?
Bilinmez… Ama her şeyden önce çocuk olduğu bütün
cümlelerinden hissedilirdi.
Saadet Bayri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder