Babamın hiç duymadığı bu soruyu, kızımın babası başta
olmak üzere, birçok baba duymuştur. Bu soruyu duyan babaların ne düşündüğünü ya
da nasıl cevapladıklarını bilemem; ama kızımın babası, hayretler içinde, “Bu
yasaklı zamanda, bu soru sorulur mu?” demekten alamıyor kendini.
Zaman değişti demiyorum. Ancak kapitalist düzen bizleri
çok; ama çok değiştirdi. Tüketim çılgınlığı bir virüs gibi ruhumuza girmiş ve
onu kemirmekte; kim bilir önce manevî değerlerimizi sonra ailevî temellerimizi
en son çocuklarımızın yarınlarını…
“Hanımınız çalışıyor mu?” sorusu, babamın duymadığı ve sanırım seksen kuşağı
olan birçok yaşıtımın da babasının duymadığı soruydu. Kaldı ki, böyle bir soru
dinî konularda hassas kesimde asla sorulmaz, çalışan hanımlar ise azınlığı
oluşturduğu için pek önemsenmezdi. Çünkü hanımlar dışarıda değil, evde
çalışırdı. Bu sebepten olsa gerek, evlerde bereket, eşler arasında huzur, bir
de iktisat dediğimiz manevî çimento vardı.
Annem yazın kış hazırlığına başlar, reçel, kurutma, salça ve her türlü sebzeden
azar azar buzluğa yerleştirir ve “Kışın bu sebzeleri almak çok pahalı. Bu kadar
lezzetli de olmuyor” diye ekler, yorulurken içinde tatlı bir huzur hissederdi.
Okuldan eve geldiğim zamanlarsa, annemin sıcacık tebessümünü görürdüm önce
kapıda. Devamında ise mis gibi bir koku duyar, sevinçle girdiğim kapıdan yer
sofrasına kurulmuş nefis yemekler karşılardı beni. Hayatımın çok eksiği vardı
oysa. Altı yamanmış çorabım, büyük iken küçültülmüş elbisem, annemin kendi
emeğiyle diktiği etekler ve pijamalar... Ama bu kadar eksikliğin yanında, akşamları
kahkahalarla oyunlar oynadığım babam vardı. Ve fırsat buldukça, bana kitaplar
okuyan annem… İlkokula giderken, televizyonumuz yoktu; alacak imkânımız da… Ama
saatlerce süren çay sohbetimiz ve saatlerce anlattığım sıra arkadaşlarım vardı.
Belki de eksikliklerimiz kadar, özlediklerimiz kadar ve alamadıklarımız kadar
mutluyduk.
Bayram gelmeden önce bayram hazırlıkları yapılırdı ve en önemli bayram
hazırlığı ise alınacak yeni elbisemdi. Orta halli bir evin dört çocuğunun ilki
olunca, öyle birkaç tane yeni elbise, birkaç tane ayakkabım yoktu dolabımda.
Hoş, dolabım bile yoktu ya… Tokasından çorabına ve elbisesinden ayakkabısına,
bayramdan bayrama alınan bayramlıklarım vardı. Günlerce giyip çıkarır, aynanın
karşısında kendimi izlerdim. Bayram sabahı ise erkenden kalkar, annemin
kınaladığı ellerimi yıkar, bayramlık elbisemi giyer, bayram namazından gelecek
babamı beklerdim. O bekleyişteki heyecanı ise bunca yıl geçti, hiçbir şeyin
içinde bulamadığımı da itiraf etmek isterim. Dahası, belki de bunun için eski
bayramlar hiç; ama hiç unutulmuyordu. Belki de bu sebeple komşuluklar güçlü,
aileler de bu kadar küçük şeylerden sarsılmıyordu.
Annem hiç “Keşke çalışsaydım” demedi ve bana da: “Mutlaka oku, eşine muhtaç
olma. Ayaklarının üzerinde dur.” diye öğütler vermedi. Annem bana önce eş,
sonra anne olmayı öğretti. O biliyordu ki, ne olursam olayım, ömrümün bir
ânında eş ve anne olacaktım. Hayatın içinde ne kadar iyi bir eş ve ne kadar iyi
bir anne olursam, o kadar mutlu olacak ve o kadar mutlu edecektim. Bunun
yanında, bana iktisat etmeyi de öğretti annem. Bir maaşla dört çocuk büyüten
annem, şükretmenin ne büyük bir hazine olduğunu fark ettirirken, bunu
sözleriyle değil, hayatıyla gösterdi. Aradan otuz yıl geçen evliliklerinin
ardından, babam bir kere bile annemin neden çalışmadığını düşünmedi ve annem
bir kere bile neden çalışmıyorum diye üzülmedi.
Bakıyorum da, çalışmadığı hâlde, çalışan gelin arayan kayınvalidelere tebessüm
ediyorum. Bir de “Ben okuyamadım, bari sen oku” diyen annelere… Sahi, dışarıda
ayakları üzerinde durmasını öğütlediğimiz kızlarımıza, evin içinde ayakları
üzerinde değil de yürekleri üzerinde durmaları gerektiğini öğütlemeyi unutmuyor
muyuz?
“Ben de çalışıyorum. Bana karışamazsın” deyip kapıyı çekip çıkan kadınların
sayısı arttıkça, eften püften sebeplerden biten evlilikleri bu mantığın bir
sonucu olarak görmeyecek miyiz? Peki bu kadar çok şeye sahip olmak için, bu
kadar çok değerden taviz verirken, kazandıklarımız bizi eskisi kadar mutlu etti
mi? En önemlisi, çocuklarımızın elinden bayramlarını çalarken, yeni bir kıyafet
almanın önem ve heyecanını, yeni bir oyuncağın unutulmaz tadını esirgerken,
yarınlarından neler çaldığımızın farkında mıyız?
Bence “Eşiniz çalışıyor mu?” gibi sorular sormadan önce bu tarz sorular sormak
daha sağlıklı olacaktır.
Saadet Bayri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder