11.11.12

Babama sorulmayan soru





Babamın hiç duymadığı bu soruyu, kızımın babası başta olmak üzere, birçok baba duymuştur. Bu soruyu duyan babaların ne düşündüğünü ya da nasıl cevapladıklarını bilemem; ama kızımın babası, hayretler içinde, “Bu yasaklı zamanda, bu soru sorulur mu?” demekten alamıyor kendini.


Zaman değişti demiyorum. Ancak kapitalist düzen bizleri çok; ama çok değiştirdi. Tüketim çılgınlığı bir virüs gibi ruhumuza girmiş ve onu kemirmekte; kim bilir önce manevî değerlerimizi sonra ailevî temellerimizi en son çocuklarımızın yarınlarını…
“Hanımınız çalışıyor mu?” sorusu, babamın duymadığı ve sanırım seksen kuşağı olan birçok yaşıtımın da babasının duymadığı soruydu. Kaldı ki, böyle bir soru dinî konularda hassas kesimde asla sorulmaz, çalışan hanımlar ise azınlığı oluşturduğu için pek önemsenmezdi. Çünkü hanımlar dışarıda değil, evde çalışırdı. Bu sebepten olsa gerek, evlerde bereket, eşler arasında huzur, bir de iktisat dediğimiz manevî çimento vardı.
Annem yazın kış hazırlığına başlar, reçel, kurutma, salça ve her türlü sebzeden azar azar buzluğa yerleştirir ve “Kışın bu sebzeleri almak çok pahalı. Bu kadar lezzetli de olmuyor” diye ekler, yorulurken içinde tatlı bir huzur hissederdi. Okuldan eve geldiğim zamanlarsa, annemin sıcacık tebessümünü görürdüm önce kapıda. Devamında ise mis gibi bir koku duyar, sevinçle girdiğim kapıdan yer sofrasına kurulmuş nefis yemekler karşılardı beni. Hayatımın çok eksiği vardı oysa. Altı yamanmış çorabım, büyük iken küçültülmüş elbisem, annemin kendi emeğiyle diktiği etekler ve pijamalar... Ama bu kadar eksikliğin yanında, akşamları kahkahalarla oyunlar oynadığım babam vardı. Ve fırsat buldukça, bana kitaplar okuyan annem… İlkokula giderken, televizyonumuz yoktu; alacak imkânımız da… Ama saatlerce süren çay sohbetimiz ve saatlerce anlattığım sıra arkadaşlarım vardı. Belki de eksikliklerimiz kadar, özlediklerimiz kadar ve alamadıklarımız kadar mutluyduk.
Bayram gelmeden önce bayram hazırlıkları yapılırdı ve en önemli bayram hazırlığı ise alınacak yeni elbisemdi. Orta halli bir evin dört çocuğunun ilki olunca, öyle birkaç tane yeni elbise, birkaç tane ayakkabım yoktu dolabımda. Hoş, dolabım bile yoktu ya… Tokasından çorabına ve elbisesinden ayakkabısına, bayramdan bayrama alınan bayramlıklarım vardı. Günlerce giyip çıkarır, aynanın karşısında kendimi izlerdim. Bayram sabahı ise erkenden kalkar, annemin kınaladığı ellerimi yıkar, bayramlık elbisemi giyer, bayram namazından gelecek babamı beklerdim. O bekleyişteki heyecanı ise bunca yıl geçti, hiçbir şeyin içinde bulamadığımı da itiraf etmek isterim. Dahası, belki de bunun için eski bayramlar hiç; ama hiç unutulmuyordu. Belki de bu sebeple komşuluklar güçlü, aileler de bu kadar küçük şeylerden sarsılmıyordu.
Annem hiç “Keşke çalışsaydım” demedi ve bana da: “Mutlaka oku, eşine muhtaç olma. Ayaklarının üzerinde dur.” diye öğütler vermedi. Annem bana önce eş, sonra anne olmayı öğretti. O biliyordu ki, ne olursam olayım, ömrümün bir ânında eş ve anne olacaktım. Hayatın içinde ne kadar iyi bir eş ve ne kadar iyi bir anne olursam, o kadar mutlu olacak ve o kadar mutlu edecektim. Bunun yanında, bana iktisat etmeyi de öğretti annem. Bir maaşla dört çocuk büyüten annem, şükretmenin ne büyük bir hazine olduğunu fark ettirirken, bunu sözleriyle değil, hayatıyla gösterdi. Aradan otuz yıl geçen evliliklerinin ardından, babam bir kere bile annemin neden çalışmadığını düşünmedi ve annem bir kere bile neden çalışmıyorum diye üzülmedi.
Bakıyorum da, çalışmadığı hâlde, çalışan gelin arayan kayınvalidelere tebessüm ediyorum. Bir de “Ben okuyamadım, bari sen oku” diyen annelere… Sahi, dışarıda ayakları üzerinde durmasını öğütlediğimiz kızlarımıza, evin içinde ayakları üzerinde değil de yürekleri üzerinde durmaları gerektiğini öğütlemeyi unutmuyor muyuz?
“Ben de çalışıyorum. Bana karışamazsın” deyip kapıyı çekip çıkan kadınların sayısı arttıkça, eften püften sebeplerden biten evlilikleri bu mantığın bir sonucu olarak görmeyecek miyiz? Peki bu kadar çok şeye sahip olmak için, bu kadar çok değerden taviz verirken, kazandıklarımız bizi eskisi kadar mutlu etti mi? En önemlisi, çocuklarımızın elinden bayramlarını çalarken, yeni bir kıyafet almanın önem ve heyecanını, yeni bir oyuncağın unutulmaz tadını esirgerken, yarınlarından neler çaldığımızın farkında mıyız?
Bence “Eşiniz çalışıyor mu?” gibi sorular sormadan önce bu tarz sorular sormak daha sağlıklı olacaktır.
Saadet Bayri


Hiç yorum yok: