9.9.08

Olmadı...

Caddelerde kaybettiğim anılarımı topla ve bana geri getir.
Kim olduğun, ne yaptığın yada yapacağın umurumda değil. Sen sadece dünlerimi topla tekrar bana. Anıları olmadan bir insan ne işe yararsa, şimdilerde o kadar kıymetliyim.
Ya eski beni bul bana, yada hiç gitme kal. İstediğim çok şey değil aslında. Anla ! Senden önce ve senden sonra diye başlatamam ömrümü. Gideceksen, ya gelmeyecektin hiç, yada...
Yok yok yadası yok, gelmeyecektin işte. Eylülde bütün arkadaşlarını kaybedip, tek başına bir ağaç dalında bekleyen yaprağım. Her gece yalvarıyorum rüzgara: "Lütfen rüzgar! Sert es ve düşür beni de diğerleri gibi. Yalnızlık yetti canıma"
Figüran olarak kaldım hayatımın eylülünde. Oysa ne güzel düşlerim vardı senin de içinde olduğun. Bir akşam çayı içmekti mesela, güneş batarken bir çaybahçesinde. Sessiz ve tebessümle. O anda bütün zaman duracaktı ve...
Öyle işte...
Olmadı.
Binlerce kitap okudum. Binlerce aşk şiiri. Ama hiç birinden tad alamadım. Senin dilinden dökülmedikten sonra, senin yüreğinden gelen cümleler olmadıktan sonra başkasının aşkından, satırlarından banane. Şimdi aşkın bile ne albenisi var... Adı "sen" olmadıktan sonra.
İçinde kelebeklerin oluğu masa saatim tiktaklarıyla beynimi dövüyor. İçindeki kelebek ölüsüne her saniye mersiye düzüyor. Tiktakların sebebi bu.
Üçüncü sayfada geçmiş adım, acınacak bir bakış çalmış bir gazeteci benden. Şimdi ne kadar denesem de, o bakışı yakalayamıyorum. Bütün gerçek filimler hayatımın içinden çekiliyor, sadece ben izleyemiyorum... Ne kadar acı...
Eğer gerçekten anlamak isteseydin, anlatmak istediklerimi; içine yalan bulaşmadan farkedebilirdin günahlarını. Ellerimi cebimden çıkarmadığımdan şikayet edip duruyorlar, oysa cebimde kimsenin görmediği bir öfke var. Her dokunduğumda rahatlıyorum. Daha bir kinleniyor; içime yerleşmek için izin isteyen af çocuklarını kovalıyorum.
Mevsim geçtiği halde sürüsünü kaybeden göçmen bir kuşum. Konacak bir yer arıyorum, artık kimse açmıyor penceresini. Eceli bekliyorum, oda uğramıyor buralara...
"Konuş" diye zorlama beni. Konuşursam dağlar erir kahrından, sen nasıl dayanırsın bu kadar şikayete.
Gelme ne olur...
Döve döve susmayı öğrettiğim yüreğimi, çapkın bir bakışınla yoldan çıkarma. Ben artık kimliksizliğin, adressizliğin nedametini çekiyorum
Dokunma...
Pul pul dökülür adın dilimden satırlarına. Sorma beni artık hiç kimseye. Terk edilmiş bir şehrin en sessiz yerindeyim. Yıllardır konuşmayanların yattığı yerde, bir kürek elimde kendime yer kazıyorum. Sakın gelme buralara, tüm şehir uyanır günahlarının sesinden.
Geri dön, gülüşlerinle kararttığın sabahlara.
Şimdi hoyrat bir yürek var bende, onuda saldım gitti. Karşılaşırsan tanımaz artık seni, sen de bırak kendi halinde tanıma onu.
Giderken ardıma bakmamayı öğrendiğim de, saçlarımda bir tane siyah yoktu. Dün yanımdan geçtin tanımadın beni. Bin kez eskittiğim zamanın içinden ben gidiyordum. Sen daha gencecik, geri dönüşlerin izini sürüyordun. Ben seni bir okul sırasında, kalemle kazınmış bir kalpten çıkan okun ucunda unuttum. Yaşım on yedi...
Sen ise beni, o okun ucuna asıp gittin.
Arama! Bende bulamıyorum artık kendimi..
. Sela veriliyor buralarda, gözlerim kapanırken adımı duydum "maktul" diye sanki...
Saadet Bayri

Hiç yorum yok: