18.7.07

NE KADAR UZAKLIKTASINIZ?

Uzaklık bazen mesafeleri ve bazen başka bir diyarı çağrıştırırken, bazen de gözünüzün önündeyken elinizi uzatıp yakalayacağınız kadar yakın bir mesafeyi. Ve bilinenlerin aksine, uzaklık kavramı kişilere, olaylara, duruma göre değişkenlik arz eder.
Genel olarak gurbetin, hasretin, ayrılığın, hüznün başlangıcıdır uzak. Dile uzak kelimesi düşmüş, kalem uzaklara dair acı acı kıvrılıyorsa kâğıtta, gözler yollara dalıp dalıp gidiyorsa, öyleyse uzaklığın adı hasret olmuş çoktan. İllâ birisi olması gerekmiyor, uzaklık deyince hatırladığımız. Bazen memleket özlemidir çekilen. Sıla denince küçük bir köy, şirin bir kasaba ya da hiçbir yerin benzemediği kocaman bir şehirdir hatırlanan.
Bunların hepsi bir yana, İsmet Özel’in dediği gibi: “Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için / gidecek yer ne kadar uzak olabilir?” Ve kişi kendine bile uzak olur kimi an. Uzaklığın adı değişir, yüzü, anlattıkları, tarifi… Yani uzaklık bile renk renk olur zaman zaman… Meselâ oğlu askere giden bir annenin gurbet acısıyla ağlayışı, başka bir annenin, oğlunun ölümü dolayısıyla düştüğü gurbet acısı içinde ağlayışı bir değildir. Zira ölüm dünya hayatı çerçevesinde daimî bir uzaklığı yaşatırken, askere gitme olgusu ise gelip geçici bir uzaklığı yaşatıp az da olsa mesafenin kapanması umudunu aralık bırakmıştır. Umut ile umutsuzluk arasında gidip gelir zaman.
Aynı şekilde, yeniden görüşecek olan iki sevgili, sevdiğini uğurlarken ağlar. Her ne kadar ölçülebilir bir uzaklık dolayısıyla ağlasa da, buna karşın ölçülemeyen bir uzaklık da var ki o da çok yakındayken bile içindeki sevdasını dile getiremeyenlerin içine düştükleri uzaklıktır. Ve ölçülebilir, hesaplı-kitaplı uzaklıklara ağlayanların acısından kat be kat fazladır. Bir bakıma, hiç kavuşma umudu olmayanın uzaklığı, bekleyeninkinden daha fazladır. Ve asıl uzak, onun içindir.
Öte yandan, yılda bir defa da olsa, çocukları ziyaretine gelen bir annenin hâli, aynı şehirde oldukları hâlde evlâtları hiç gelmeyen annenin içine düştüğü uzaklık birbirinden çok farklıdır. Düşünün bir kere… Söz gelimi sadece bir yıl yol gözleyen annenin bekleyişiyle, yıllarca yol gözleyen annenin gözünde uzaklığı algılama biçimi farklılık arz etmez mi?
Bir de çok yakınımızda olmasına rağmen, bizi anlamayan insanlarla aramızdaki mesafe de aslında uzaktır. Bedenen olmasa da ruhen ayrı yerlerdeyizdir. Birbirimize bakıp dururuz. Bulunduğumuz ortamlar aynı; fakat aldığımız tatlar başka başkadır. Sanki aynı anda, çok uzak mesafeden bakışırız. Her şeye farklı bakar, farklı yorumlarız. Demek ki, aynı evi paylaşmak bile yakınlık değildir bazı anlarda. Maharet beden ve ruh birlikteliğini yaşamakta.
Bununla birlikte, bir daha hiç dönemeyeceğimiz uzaklıklarımız da vardır. Bunlardan biri, çocukluğumuz. O günlerimizi o kadar özleriz ki, bazen elimizi uzatsak sanki bir şey alıp bizi o günlere götürecektir. Bize o kadar yakın ve o kadar uzak… Hatıralarımız, yaşadığımız güzel günler, “Keşke yeniden yaşayabilseydim” dediğimiz anlar… Hepsi bir nefes, bir göz kapayışı kadar bizimle iken, tutamayacak, göremeyecek kadar uzağımızdadır. Böylece istemesek de uzaklık denen olgu geçmişimizle aramıza girer pervasızca.
Bence uzaklık denince, aklımıza hemen uzak şehirler ve mesafeler gelmemeli. Her uzaklığın kendine göre bir makamının olduğu bilinmeli. Deyim yerindeyse, uzaklık bazen çok yukarıdan boşluğa bırakılmış beyaz bir kar tanesidir. Salına salına yere iner, yuvarlanır, hedefine doğru ilerler. Tam on ikiden vurduğu hedefse kırılıp kırılıp onunla beraber sürüklenen yüreğimizden başkası değil…
Ve insan yaşadığı her mesafeyle biraz daha olgunlaşır. Öğrenir ki uzak diye bir yer yok aynı gökyüzünü paylaşırken…

saadet bayri

Hiç yorum yok: