16.5.12

Geç kalma(ma)k

Kendime geç kalıyorum başka hayatlara yetişmek için saat kurarken. Ben’i duyamıyorum başka benleri dinlemekten. “Biz” olalım derken, ben’i hiçin kollarında eritiyorum umursamadan. Onlarla başladığım bu uzun yolculuğumdan geriye benim olan bir çift ayak izi kalıyor. Geçtiğim yollara geri dönüyorum; kimi nerede kaybettiğimi görmek için. Her ayak izine bakarken “Sende mi?” sesiyle sendeliyorum, ama hiçbir iz düşürmüyor. Yola devam ederken gözyaşlarım savruluyor geriye.
Adını “tecrübe” ile değiştiriyorum bütün kaybettiklerimin.
Ellerim birbirine dokunurken, kim olduğumu fark ediyorum.
Kalabalığın içinde duyabiliyorsam kendi sesimi ve iç sesimin söyledikleri tebessüm ettirebiliyorsa henüz kaybolmamışım demektir. En büyük başarım kaybettiklerimin ardından kazandıklarımdı. Her giden bir tecrübe, bir hatıra ve binlerce soru işareti bırakıyor ardında ve ben bu soru işaretlerinin cevaplarını buldukça, eksilen yanlarımı yamalıyorum.
Sessizliğin sesinin olduğunu düşünüyorum. Ve bunun kişiye özel olduğunu biliyorum. Melodi ve notadan uzak bir ses bu… Gözlerini kapatanların değil, açık tutabilenlerin duyabileceği özel bir ses… Hayatı paylaştıklarımla dinlerken bu sesi, “Sana ihtiyacım yok, tıpkı senin gibi, ama seninle yanyana yürümeye ihtiyacım var” diyorum.
Dostluk değil, yol arkadaşlığı. Şahitlik…
Yalnızlığın şikâyet edilir bir şey olduğuna inanmıyorum. Yalnızlığımın içime yapılmış bir yolculuk olduğunu görebiliyorum. “Ey kendim hazırlan sana geliyorum” derken, kanayan yaralarımı ilk defa fark ediyorum. Tavan arasına saklanan acılarım ve hayal kırıklıklarım dikiliyor karşıma. Uzun bir hesaplaşma başlıyor aramızda. Hiç beklemediğim yerden su aldığımı gördükçe, telâşlanıyorum. Hiç ummadığım kişiler koştukça yardıma, onları daha önce fark etmediğim için kendime kızıyorum.
İçlerinden biri tebessümle “Farkımızı fark etmen içindi diğerleri” diyor.
“O bunu asla söylemez.” cümlesindeki huzuru yaşarken, birine güvenmenin sevgiden önce geldiğini öğreniyorum. Zira bu cümleyi kullandığım kişi veya kişilerin bir gün benden nefret etse dahi güvenimi sarsmayacağını biliyorum. Ve “El-emin” sıfatına dokunduğumu hissediyorum. Sevginin içinde güven, güvenin içinde sevginin olmadığı anları yaşıyorum.
Güvensiz sevginin yaktığını, ama sevgisiz güvenin yakmadığını hissediyorum.
Şair ne güzel söylemiş: Seni seviyorum’dan daha özel bir cümle de var: Sana güveniyorum. Çünkü herkes herkesi sevebiliyor; ama herkese güvenmiyor.
Asla ile kurulan bütün cümlelerim yaşanmışlık olarak dönüyor ve haylaz bir çocuk gibi bozduğum tövbelerin içinden yara bere içinde dönüyorum kendime. Fildişi kulemin en yüksek basamağından avazım çıktığı kadar bağırıyorum:
“Hoşça bak zatına zübde-i âlemsin sen/Merdüm-i dide-i ekvan olan Ademsin sen” (Hoşça bak kendine, âlemin özetisin sen. Kâinatın göz bebeği olan insansın sen.)
(Saadet Bayri)

Hiç yorum yok: