12.2.09

Hayal Bu...

Önce bakmışız pencerelerimizden birbirimize...
Hiç tanımadan tanımaya da çalışmadan. Günler geçmiş ardından fark etmemişiz. Birbirimize âşık olmuşuz: Bana sorsan aşk değil başka bir şey bu. Sana kalsa aşktan da öte bir duygu…
Sonra bir gün sizinkiler gelmiş ellerinde çiçeklerle kapımıza. Kız istemekmiş maksatları. “Hayırlı iş” deyip girmişler içeriye. Benim ellerim titremiş kahve getirirken… Sen içememişsin, bana bakmaktan. Sonra olan olmuş işte “Allahın emri peygamberin kavli…” demiş baban anneme.
Benim babam çok önceden bırakıp gitmiş beni. Annem hep “ne adamdı” deyip durmuş yıllar yılı. Ben de hiç tanımadığım bir resme bakıp bakıp ağlamışım. En çok okul zamanları babam olsun istemişim. Bütün arkadaşların babası gelirmiş veli toplantısına, benim annem belirirdi okul kapısında.
Derken “şimdi de son görevini yapıyormuş bana karşı” öyle diyor çay içerken sana. Sen-ben bir de çocuklarımız için küçük bir ev tutacakmışız. Böyle başlamış hayallerimiz. Benim etekleri çok kabarık bir gelinliğim, senin simsiyah bir damatlığın olacakmış.
Derken küçük bir ev tutmuşuz pembe panjurlu değil ama küçük bir evmiş bu. Kapısının önünde bahçesi yokmuş, ama pencere kenarlarına saksılar koymuşuz. Sen maviye boyamışsın duvarlarını, biraz uçuk mavi oldu deyip gülmüşüz. Evimiz küçükmüş, ama bizim yüreğimiz büyük olduğundan, hiç küçük görmemişiz. Arada kendimizi Türk filminde gibi görmüşüz. Sen filmin fakir çocuğu, ben havalı zengin kızı olmuşum. Söyleşip gülmüşüz, iki odalı evimizin salonunda. Ben akşama kadar evi temizlermişim, senin sevdiğin yemekleri yaparmışım.
Sonrada oturup pencerenin kenarına yola bakar bakar seni beklermişim. Geleceğin saat hep belli olurmuş ta, ben sabırsızlık eder hep önceden otururmuşum. Sen bilirmişsin perdenin ardında olduğumu, köşedeki fırından ekmek alırken hep yüzünde bir tebessüm olurmuş. Fırıncı Hasan amca her seferinde sorarmış: ”damat bey oğlum yine gülüyor yüzün” Sen susarmışsın… Kimse anlamazmış sokağa girince yüzündeki bu tebessümünü… İkimiz bilirmişiz bu mutluluğu.
Sen balıkçıymışsın. Her gün balık tutar, satarmışsın. Akşam da elinde bir poşet eve gelirmişsin. Gelirken kediler takılır peşine, onara dağıtıp balıkları boş poşetle girermişsin içeriye. .
Arada para biriktirirmişiz. Üç şuradan, beş buradan arttırmışız. Çocuklarımız olacakmış ve bu paralar o zaman çok işe yarayacakmış. Hatta belki daha çok olursa, daha geniş bir eve çıkarmışız. Ben “Büyük evin masrafı çok olur” der, sen “Tasalanma! Hepsi olur” diye beni teselli edermişsin.
Arada gezmeye götürürmüşsün beni. Arka sokakta ki parka gidermişiz hep, ama ben ilk defa geliyor gibi sevinirmişim. Simit alırmışsın bana, saatlerce konuşur kuşların sesini dinlermişiz. Sonra çocuklara bakıp bakıp dualar edermişiz. Yan yana olmaktan başka derdimiz yokmuş. Bunu ikimizden başkası bilmezmiş.
Arada komşular gelirmiş evimize. “Pek eşyanız yokmuş” diye şaşırınca. Sen hemen bana bakarmışsın, ben gülermişim. O sevinci ve mutluluğu görünce gülümser şükredermişsin. “Eşyadan daha büyük hazinelerimiz var” der, herkesi merak içinde bırakırmışsın.
Çok şey isteyenleri görünce hep şaşıp kalmışız. Biz çoktan öğrenmişiz eşyanın mutluluk getirmediğini. Mutluluğun çok farklı olduğunu.
Ama anlatamamışız başka kimseye Fazla paramız yokmuş ya bu sebeple kimse sözümüze bakmıyormuş. Arada yeni evlenenleri görüp, dua edermişiz. “Allah evlenene yardım eder” der, üzerine “İnşaallah başkaları için evlenmezler” diye söylenirmişiz.
Elimizden geldiği kadar, aza kanat edermişiz. Çok şey isteyenlere üzülür, mutluluğumuzun sırrını anlatmaya kalkışınca da bize inanamazlarmış.
Hayal bu!
Diye gülüp geçermişiz.
saadet bayri

Hiç yorum yok: