26.6.07

MELEĞİMİN ADI

Özel günlerde hatırladığımız kişiler vardır. Daha öncesinden hiç; ama hiç kıymet bilmediğimiz ve hatırlamadığımız, hâlini sormadığımız sevdiklerimiz… Hastalandığında telefonla aradığımız, ayda bir kere gittiğimizde bir saat oturduğumuz yakınlarımız vardır. Aynı evin içinde yabancı gibi yaşadığımız, günlerce ses çıkmasa, "neredeler acaba" demediğimiz kişilerdir bunlar.
Arkadaşlarımıza ayırdığımız vaktin dörtte birini ayırmadığımız... Karşı komşumuza üzüldüğümüz kadar fark etmediğimiz… Okuduğumuz romandaki kahramanı önemsediğimiz kadar önemsemediğimiz… Komşunun oğluna kızıp hayatına özenirken, kendi hayatımızı görmediğimiz… Sürekli "Keşke" dediğimiz yaşanmışlıklarımız var. Hiç kıymet bilmediğimiz, bizi canından çok sevenlerimiz varken, illa başkalarını arayan nankör gözlerimiz.
En sevdiklerimizi yerden yere vururken, nedense kayıp anlarda her yeri yıkıp kendimizi paralıyoruz. Ne lüzum var ki bu kadar perişan olmaya? Yanımızda iken en sevdiklerimiz, ne yaparlarsa yapsınlar sabırla karşılasak çok mu zor şey yapmış oluruz? Elimizden kayıp gidince, içimiz acır; ancak pişmanlıktan doğan “keşke”lerden olmaz bu haykırışlar. Bu kıymeti bilinmeyen kişiler hep en yakınlar olur ve genelde de anne ve babalarımızdır. Babalar konum olarak pek yanımızda olmadıklarından, annelerimizle hayatımızın büyük bir bölümünü geçiririz. Sanırım en çok kıymetini bilmediğimiz kişiler de annelerimizdir.
Evim şehir dışında kalıyor, küçük bir ilçede yaşadığımdan çokta uzak değil şehir merkezine. Bu sebeple, merkezden eve giderken yürümeyi tercih ederim. Özellikle de sahil yolunu seçerim. Yürürken de insanların kalabalık olduğu ortamları seçerim. Çünkü yaşananlara şahit olduğum, bir çok ilginç manzarayla karşılaştığım yerlerdir kalabalıklar. Birçok beraberliğe şâhit olur, birçok etkileşimin nasıl yaşandığını görürüm.
Yine böyle kendi düşüncelerimle başbaşa yürürken, bir anne ve kızı önümde yürüyordu. Kadın neden şikayet ediyordu bilmiyorum; ama kız öyle bir sesini yükselterek cevap verdi ki, farklı bir şeye bakıyorken âniden irkildim sesten. Genç kız kadına, "Sana ne? Sen ne anlarsın ki, her şeye karışmasan olmaz mı?" diye bağırınca, kadın utanmış olmalı ki etrafına bakındı.
"Tamam kızım, bağırma; sen bilirsin. " deyip sustu. “Kızım” deyince bir anne- kız tartışması olduğunu anladım ve çok şaşırdım. Önlerine geçtim, arkamı dönüp onlara baktım. Kadının gözleri dolmuştu. Kızın umurunda değildi ve etrafını gözlerken, içim acıdı. O annenin hâlini, duygularını anlamaya çalıştım. Ama nafile. Belki o hanım bir daha çocuk olamayacaktı; ama kızı bir gün anne olacaktı. Olur ya, belki o gün anlayacaktı anne olmanın ne demek olduğunu...
Bu âna şâhit olunca, küçük bir yazı geldi aklıma. Sözlerini tam hatırlayamadım. Eve gelince bulup tekrar okudum. Hafif duygulandım. Şunlar yazılıydı o satırlarda:
"Allah’ım, beni yarın dünyaya göndereceğini söylediler; fakat ben o kadar küçük ve güçsüzüm ki, orada nasıl yaşayacağım?

-Tüm meleklerin arasından senin için bir tanesini seçtim. O seni bekliyor olacak ve seni koruyacak. Meleğin sana her gün şarkı söyleyecek ve gülümseyecek. Böylece sen onun sevgisini hissedecek ve mutlu olacaksın.
-Pekiiiii... İnsanlar bana bir şeyler söylediklerinde, dillerini bilmeden söylenenleri nasıl anlayacağım?
-Meleğin sana dünyada duyabileceğin en güzel ve tatlı sözcükleri söyleyecek, sana konuşmayı dikkatle ve sevgiyle öğretecek.
-Peki Allah'ım, ben seninle konuşmak istersem, ne yapacağım?
-Meleğin sana ellerini açarak bana dua etmeyi de öğretecek.
-Dünyada kötü adamları olduğunu duydum, beni kim koruyacak?
-Meleğin, seni kendi hayatı pahasına dahi olsa daima koruyacak.
-Fakat ben, seni bir daha göremeyeceğim için çok üzgünüm.
-Meleğin sana sürekli benden söz edecek ve bana gelmenin yollarını öğretecek. O sırada Cennette bir sessizlik olur ve dünyanın sesleri cennete kadar ulaşır. Bebek gitmek üzere olduğunu anlar ve son bir soru sorar:
-Allah'ım, eğer şimdi gitmek üzereysem; lütfen söyler misiniz, benim meleğimin adı ne?
-Meleğinin adının önemi yok, sen onu ANNE diye çağıracaksın..."
saadet bayri

Hiç yorum yok: