11.6.09

Nadasa Bıraktım Kelimeleri

“İnsan üç beş damla kan. Irmak üç beş damla su…” diye devam ederken şair, inceden inceye nasıl da dokundurur kelimelerini bam telimize.
En ihtiyacımız olduğu anda yetişir şiirler, mısralar imdada ve insan içli içli söyler daha önce hiç tekrarlamadığı sözleri. Ve “he ya” der neden sonra, birkaç damla ıslatınca yanaklarını.
Nadasa bırakır bazen insan bütün duygularını. Bir “an” bekler, öyle ki; her şeyi, ama her şeyi anlatacağını sanır o anın içinden. Ama her zaman istenen, olmuyor. Nice kelimeler dile kadar gelir ve dişlerin arasında ezilip, paramparça olur. Yani boğazı aşmakta yetmiyor.
Konuşmak her zaman insana ait bir fiil gibi gözükse de, her şeyiyle insanın iradesine verilmiş olduğunu bilsek de, susmak ta bir irade sınavı olur kimi zaman. Kelimeleri nadasa bırakıp, dinlemek dinlemek…
Kulağa değen binlerce sesi ilk defa duyuyor gibi, heyecanlanmak ve öylece salınmak zamanın kollarında… Ve arada, hayıflanıp, “ hey gidi yıllar “diyerek, giden senelere hem sevinmek, hem içlenmek. Zira gidenler ve gelenler diye ayırır zaman elindekileri.
Ve öyle bir mu'cizeyle “merhaba” der ki, gelene sevinirken, gidene üzülmek unutulur. Uzun bir ayrılık bırakır kendiyle arasına insan. Her zaman başkasından ayrılmaz yürek, kişi kendine de gurbet gözüyle bakar. Ve “Bu ben miyim?” diye şaşırır, aynalarda gördüğü surete. Sonra ellerinden kayıp giden zamana hayretle bakar.
**
Mevsim yaz. Yavaş yavaş sıcaklık hissettirmeye başlarken kendini, bir burukluk çöktü inceden içime. Nedendir? Diye soramadığım bir olgunluk girdi kendimle arama. İçimdeki çocuk hâlâ seksek oynamak için, tebeşir arasa da…
Salıncaklar gözlerimin içine “gelsene” der gibi baksa da. Şimdilerde erteledim, kendime ait her şeyi. Bir başkası için yaşamanın ne demek olduğunu anılamaya çalışıyorum sessizce. Yıl Eylülle başlar bende. Şimdilerde zaman on tane beyaz bırakıp gidiyorsa saçlarıma. Ben her tele bir ömür yüklemişim, onları uğurlama telâşıyla oradan oraya koşuşturuyorum.
Zira yirmili yaşları geride bırakırken, artık gençlik çağı şakaklarında karlarla çıkıyor karşıma. “Dur artık. Biraz soluklan” der gibi yerleşiyor ömür tahtıma.
Ve ben şair’in dediği gibi diyorum: “Ömrüm olduğunca, gönül tahtıma keyfince kurul” Bir bal kabağına dönüşüyor sanki bütün yaşadıklarım, acısıyla tatlısıyla bütün keşkelerim siliniyor hafızamın çeperlerinden. Boş vermişliklerime bir perde çekiliyor.
Ve ben bir ilkin heyecanıyla yanıp kavruluyorum. Desem ki; diye başlayan cümleler üç noktayla sonuçlanıyor. Bir türlü tam cümleler kuramıyorum.
Ben galiba biraz hüzün biraz, sevinç, en çok ta şaşkınlığımı kendime duvak yapmış, bir yaz akşamında sallanan sandalyeme oturmuş, yıllardan demlediğim bir çayla, bir oraya bir buraya salınıp, yitip gidiyorum. Ve yıllar sonra elime aldığım bir günlüğe, her günün notunu düşüyorum.
Olur da bir gün merak edilir diye anımı, geleceğe mühürlüyorum.
Saadet Bayri

1 yorum:

mavisihir dedi ki...

Şöyle bir bakınca geriye, bazen dudaklar kıvrılır hafiften. An olur titrer bedenler, mühürlenir söylemez dil, iki damla süzülür pınarlardan, ağlarız.Anılardan sallanan sandalyeler koyarız en kıymetli köşelerimize.Anlatır, anlatırken bir daha dinleriz kendimizi...

Zevkle okudum, yüreğinize nur düşsün...

Mavisihir